Bir annenin ardında bıraktığı vatan
Yokuşun başından evimizi gördüğümde, yüzlerce kayıtsız camın arasından gözlerim hep bir tanesini arardı. Annem, kız kardeşlerimin okul servisinin geliş saatini asla şaşmayan bir disiplinle hesaplar ve tam o anda o pencerede olurdu. O pencere, sadece bir cam parçası değildi bizim için; dünyanın tüm yorgunluğuna ve hoyratlığına karşı bir kalkan, adımlarımı hızlandıran bir vuslat müjdesi ve “artık güvendesin” hissinin yeryüzündeki en somut kanıtıydı. O pencerenin ardında, annemin sınırlarını dualarla çizdiği bir kale başlardı.
O yuvanın bir de sabah nöbeti vardı. Her birimiz, babam dahil, o evin eşiğinden dışarı adım atmadan önce onun son kontrolünden geçerdik. Bir komutan titizliğiyle üzerimizdeki renk uyumuna bakar, yakamızda kalmış bir kırışıklığı eliyle düzeltir, o gün bizi dünyaya omuzları dik ve saygın bir duruşla yollardı. Sonradan fark edecektim ki, o her sabah bize sadece çeki düzen vermez, bizi hayatın hoyratlığına karşı itibar ve edep zırhıyla kuşatırmış.
Kalenin içinde hayat, inceliklerle örülmüş bir terbiye mektebi gibi işlerdi. Bizi iki farklı kokuyla uyandırırdı. Hafta içi, odamıza sızan taze bir çiçeğin zarif kokusuyla açardık gözlerimizi; bu, güne estetikle, ruhu okşayan bir nezaketle başlamanın dersiydi. Hafta sonu ise bütün evi saran, sevdiğimiz bir yemeğin o davetkâr, o anaç kokusuyla... Bu da sevginin emek ve fedakârlıkla yoğrulmuş........
© Milat
