Gönül borcu
Hudutsuz, engin, sonsuz, derin, soyut, görülmeyen, mücerret… Çok evsafı hâiz bir kelimedir gönül. İnsanı diğer varlıklardan ayıran hem görülen hem görülmeyen manevi libas.
Gönül borcu ise iki kelimelik dünya yükü.
Unutulmaz bir şarkının sözlerinde “gönül borcu” şöyle geçiyordu:
“Sana gönül borcum var/ Ödemek kolay değil/ Zaman gelip geçiyor/ Dur demek kolay değil” Demek ki gönül borcunu ödemek mümkün değil. Peki, ne yapmalı? Gönülden borçlanmamalı mı? Gönül borcu kime ödenir, nasıl ödenir, hangi hâllerde gönül borcu olur? Ne zor soru bunlar? Cevapsız kalıyor. Hem de içimizde derin yaralar açıyor. Derin, onulmaz, şifasız yaralar…
Gönül, hatır ile bilinir, denirdi. Hatır da gönül değil miydi? Hatır, hatıra ile var olur, öyle değil mi? Hatıraları yaşatmak, korumak, onlara gözümüz gibi bakmak… Yüreği elinde gezmek, evet, böyle bir cümleyi nerede okudum, nerede duydum, bilemiyorum ama yüreği elinde olanın tüm hatıralarını canı gibi bildiği söylense yeridir. Canından bilmek, canı bilmek, candan… İşte özü bu değil midir, bu değil midir gönlün hoşluğu?
Gönül, görünmez ev. Göklere kurulan otağ. Hem çok uzak hem çok yakın. Hem içimizde hem dışımızda. Gönül için kalp yani nefes alıp verebilmek ve canlılığın devamı için........
© Milat
