Dünyanın rengine kanmak
Dünyayı almak ve karşılığında hayatı vermek. Muhal bir hayalden başka bir şey değil. Dünyaya galip gelmekse bir aldanış hikâyesi. Yasak meyvenin başımıza açtığı, önümüze serdiği, aklımızı alan yanılgı. Dedim ya aldanış hikâyesi…
Aldanış hikâyesi değil de nedir dünya? Kaçmak istedikçe yaklaştığımız, yaklaştıkça yandığımız yer burası. Dünya, yaktığını bile hissettirmez, ele avuca gelmez, ateşini sinsi sinsi ruhumuzun derinliklerine salar. İşte içimizde başlayan yangın budur ama onu idrak etmek, uyanmak, farkına varmak müşküldür. “Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi." diyen Yahya Kemal de aynı şeyi mi kastetti, bilemiyorum ama onun da aldanmadığını söylemek zor. Çünkü hep eşikte kaldı.
Dünya zehirli baldır, kandığımız aldır. Al; hiledir. İki harflidir, bulmacaların en kolay gibi ama akla zor gelen sorusu al. Kalış yeri sandığımız dünyanın allı pullu yüzünde de o hile yok mudur? Çünkü biz dünya gözüyle bakarız, gözümüze hoş gelen rengârenk cazibeye kanarız, kanatırız içimizi. Yaralarımız arttıkça artar; dünya terazisi tartar. Bir tarafta dünya; diğer tarafta sonsuzluk. Ağır geldiğini sandığımız taraftaki boşluğa düşeriz. Dünya boşluğu.
Dünyaya dair çok söz söylendi. Dünyanın kelime anlamındaki “en aşağılık” vurgusu bilinse de tam tersini yaparak bizi yükseltecek bir mevki gibi dünyaya yöneliriz. Ama en çok da “insanı kendine bağlayıp Hak’tan gâfil eden her şey, maddî âlem, nefsin arzu ettiği şeyler”........
© Milat
