Tunay Şendal yazdı: Kürt sorununda Kemalizm fobisi
Kürt sorununun “yeni bir süreç” ile yeniden gündeme gelmesi, PKK’nın silah bırakma kararı ve akabinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap birliği söylemi, Türkiye’de ulus-devlet modelinin yeniden tanımlaması tartışmalarını alevlendirmiştir. Bu söylem, İslamcı bir çerçevede etnik kimlikleri ümmet temelli bir üst kimlik altında birleştirme hedefi taşırken bazı entelektüel çevreler, Kürt sorununun temel nedenini ulus-devlet modeli tartışmaları ışığında Kemalizm’in etnik homojenleştirme politikalarına bağlayarak bir Kemalizm eleştirisi sunmuştur. Ancak Kürt sorununun kökenlerini yalnızca Kemalizm’e indirgemek hem tarihsel gerçekliği çarpıtmakta hem de çözüm arayışlarını sekteye uğratmaktadır. Zira Türkiye’nin Kürt sorununu çözme yolunda ilerlemesi, ideolojik kutuplaşmalardan uzak, çoğulcu ve kapsayıcı bir diyalogla mümkün olacaktır.
1920’lerdeki Anadolu, etnik ve dini çeşitliliğin yanı sıra feodal yapılar, ekonomik geri kalmışlık ve dış müdahalelerle karşı karşıyadır. Bu bağlamda, Kemalizm’in ulus-devlet modeli, Ernest Gellner’in “ulusların modernleşme sürecinde standartlaşma ve homojenleşme ihtiyacı” tezine paralel bir şekilde, birleştirici bir vatandaşlık kavramı etrafında şekillenmiştir.
Kemalizm’in eleştirilerinde sıkça öne sürülen “etnik homojenleştirme” iddiası, tarihsel bağlamdan kopuk bir yaklaşımdır. Hans Kohn’un belirttiği gibi ulus-devletlerin oluşumu, 19. ve 20. yüzyılda ortak bir kimlik ve siyasal birlik oluşturma çabasıyla şekillenmiştir. Türkiye’de bu süreç, çok etnili bir imparatorluktan ulus-devlete geçişin sancıları içinde gerçekleşmiştir. Kemalizm’in “Türk milleti” kavramı, etnik bir kategoriden ziyade Benedict Anderson’ın imagined communities (hayali cemaatler) kavramına uygun olarak siyasal bir birliktelik hedeflemiştir. Bu nedenle, Kürt sorununu yalnızca Kemalizm’in politikalarına indirgemek hem tarihsel gerçekliği hem de ulus-devletin küresel ölçekteki evrimini göz ardı etmektedir.
Sorunun kökenlerini yalnızca Kemalizm’e bağlamak, birkaç açıdan sorunludur. İlk olarak bu yaklaşım, Osmanlı’dan devralınan yapısal sorunları ve küresel güçlerin bölgedeki etkisini göz ardı etmektedir.
İkinci olarak, 1960’lardan itibaren Kürt kimlik hareketinin şehirli bir burjuvazi ve entelektüel sınıf tarafından şekillendirildiği gerçeğini yok saymaktadır. 1968 kuşağının sosyalist ideolojiden beslenen Kürt gençleri, sınıf temelli bir mücadele anlayışından etno-sınıf temelli bir harekete geçiş yapmıştır; bu, Kemalizm’in değil, küresel ideolojik akımların bir yansımasıdır.
Üçüncü olarak, bu eleştiri, PKK’nın 1980’lerdeki silahlı mücadelesini ve bunun yarattığı toplumsal travmaları, yalnızca devlet politikalarına bağlayarak sorumluluğu tek taraflı olarak devlete yüklemektedir. Bu yaklaşım, entelektüel bir samimiyet eksikliğidir.
Bazı entelektüel çevreler, Kemalizm eleştirisini mevcut siyasi konjonktürde bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. AKP iktidarının 2009’da başlattığı “Kürt açılımı” ve sonrasındaki “çözüm süreci” gibi girişimler, Kemalizm’i bir karşıt figür olarak konumlandırarak kendi meşruiyetlerini güçlendirme arayışına girmiştir. Bu süreçte bazı entelektüeller -bilinçli veya bilinçsiz- bu siyasi projeye entelektüel bir kılıf sunmuştur. Kemalizm’i sorunun ana kaynağı olarak göstermek, hem tarihsel karmaşıklığı basitleştiren bir anlatı yaratmış hem de mevcut iktidarın reformist söylemini destekleyen bir araç haline gelmiştir.
Bu fobinin kökenleri, birkaç farklı dinamikte aranmalıdır. İlk olarak, 1980 darbesi sonrası Türkiye’de yükselen liberal ve İslamcı entelektüel akımlar, Kemalizm’i otoriter bir........
© Medyascope
