menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Serhat Güvenç yazdı: Tarihe tanıklık etmek, tarihe not düşmek

12 3
18.02.2025

Bizim kuşak çok talihli… Ya da çok talihsiz. Bir insan ömründe kaç tane tarihi ana denk gelir? Biz 1980’lerden beri neredeyse her Allah’ın günü tarihe tanıklık ediyoruz. Bu hafta sonu da öyleydi. Eski dünya düzeninin çözülmesi tek bir hafta sonuna sığdı. Bu çözülme en çok Avrupa’yı sarstı. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışını izleyen yıllarda kendini dünyanın merkezinde bulan Avrupa, yaklaşan fırtınayı göremedi, görmek istemedi ve hazırlıksız yakalandı. Berlin, Avrupa’nın yıldızının parlamaya başladığı yerdi. Yıldızın parıltısını yitirdiği yer yine bir Alman şehri, Münih oldu. Münih’te gözlemlediğimiz ruhsal çöküntü hali, bana 35 yıl önce tanık olduğum bir başka tarihi anı anımsattı.

Aslında oturup böyle bir yazıyı yazmaya ne zamanım var ne de mecalim. Ama bugünleri göremeyenlere bir borcum olduğunu düşündüğüm için oturup yazmak geldi içimden.

Dünyanın ve memleketin hallerini tartıştığımız küçük bir grubumuz var. Soli Özel, Evren Balta, Mitat Çelikpala, Behlül Özkan ve Gencer Özcan bu aralar düşüncelerinden en çok beslediğim arkadaşlarım/meslektaşlarım. Trump yeniden ABD başkanı seçildikten sonra Avrupalıların dünyanın artık başka bir yere dönüşeceğini kabul etmeme ısrarı, bana giderek Soğuk Savaş sonrası ilk on yıldaki Türkiye’yi çağrıştırıyordu. Bunu da sıklıkla sohbetlerimizde, tartışmalarımızda dile getiriyordum.

O dönem Türkiye’nin dünyanın değiştiğini reddetme ısrarını, Tan Oral’ın bir derginin Kasım-Aralık 2001 sayısının kapağına çizdiği karikatürden daha iyi hiçbir şey aktaramaz bence. 11 Eylül terör saldırıları sonrası hazırlanan sayı, bir başka tarihi ana tanıklığa ve not düşme çabasına odaklanmıştı. Karikatürde arza çıkmış bir bürokrat “Maalesef dünya değişiyor efendim… Arzederim” diyordu. Ne zaman Türkiye’deki değişim direncinden söz açılsa, aklıma bu güçlü imge ve sözler gelir. Dünya değişebilir… Türkiye’nin genellikle değişim diye bir gündemi, sorunu olmaz. Denenmiş ama işe yaramamış uygulamalarla değişim denizinde kürek çekmeye devam eder. Farklı bir limana varma umuduyla.

Bu girizgahtan sonra bugün Avrupalıların yaşadıkları düşkırıklığı, kaygı ve yalnızlık duygusunun benzerine tanık olduğum 35 yıl öncesine döneyim. Yıl 1989. Yüksek lisans yapmaktan başka hedefi olmayan bir Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunuyum. Hiç aklımda yokken, hocalarım ağız birliği etmiş gibi beni iki yıl önce kurulan Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü’ne başvurmam için cesaretlendirdi. Ben de başvurdum. Enstitüye yüksek lisans öğrencisi olarak........

© Medyascope