Ruşen Çakır yazdı: Öcalan olmadan olmaz mı?
Devletin “terörsüz Türkiye” diye adlandırdığı yeni çözüm sürecinin başlarında çok kişi, Abdullah Öcalan’ın bazı kişisel beklentileri için devletle anlaştığını, bir bakıma kayıtsız şartsız teslim olduğunu düşünüyordu. Fakat gerek Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı, gerek DEM Parti İmralı heyetiyle yaptığı görüşmelerin bazılarının sızan notları hiç de böyle bir durumun söz konusu olmadığını bize gösterdi. Sonuçta Öcalan’ın bu süreçte son derece merkezi bir rolü ve önemi olduğu netleşti.
İşte bu durum, sürecin hem en güçlü, hem de en zayıf halkasını oluşturuyor. Çünkü kabaca iki çatışan taraf var. Öcalan, çatışan taraflardan birini, PKK ve ona destek veren kesimleri büyük ölçüde birleştirebilen ilk, belki de yegane isim. Öte yandan çatışmanın karşı tarafını nefret etme anlamında birleştiren tek olmasa da birinci sıradaki isim olduğu da muhakkak.
Devlete asla güvenmeyen Kürt siyasi hareketi ve ona destek veren kesimler Öcalan’ın süreçteki konumunu kendileri için bir tür “sigorta” gibi görüyorlar. Ayrıca devletin Öcalan’a tanımış olduğu geniş meşruiyeti tam olarak “galibiyet” olarak olmasa da “yenilmemiş olmalarının tescili” olarak görüyorlar.
Buna karşılık Öcalan’dan nefret edenler, onun bu süreçte son derece kilit bir rolü olmasını kabullenmekte zorlanıyor ve bunu bir türlü “yenilgi” olarak algılıyorlar. Nitekim son dönemde yapılan kamuoyu araştırmalarında sürece olumsuz bakanların en çok öne çıkarttıkları husus Öcalan’ın oyun kuruculardan biri olması.
Peki bazılarının önerdiği gibi devlet, Öcalan yerine mesela Selahattin Demirtaş’ı muhatap alamaz mıydı?........
© Medyascope
