menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Güvenlikçi tedbirler yerine demokrasi ve tavizsiz eşit yurttaşlık: İşte SHP’nin 1989 Kürt raporu

20 0
28.08.2025

CHP’nin “Kürt sorununda tarihsel tutarlılık” vurgusuyla sıklıkla atıf yaptığı SHP’nin 1989 raporunda neler vardı? “SHP’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri” başlıklı rapor hangi koşullarda, kimler tarafından hazırlandı? Nasıl yankılandı? Çözüm için ne önerdi, devleti ve dönemin iktidarını nasıl eleştirdi? Temmuz 1990’da yayınlanan ve bugün hala etkisi süren raporu sizler için inceledik.

Yeni çözüm sürecinde aşamalar kaydedilirken, Kürt sorununun çözümü meselesinde SHP’nin 1989 raporu sıklıkla gündeme geliyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu raporu “Kürt sorununda tarihsel tutarlığa sahip olduklarının işareti” olarak hatırlatıyor.

Rapor, “Halkın, etnik ayrıcalıklara dayalı silahlı mücadelenin içinde yer almaması terörü önlemede en önemli dayanaktır. Bu nedenle halka sahip çıkmak zorundayız” perspektifiyle bir demokratikleşme paketi sunuyor. Çözümün konuşulduğu bugünler için bile ilerici olarak görülebilecek bu raporun demokrasi vurgusu yüksek, güvenlikçi tedbirler önermiyor ve eşit yurttaşlık haklarını “taviz” olarak görmeyi reddediyor.

1989 yılında, dönemin SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal’ın başkanlığında Diyarbakır Milletvekilleri Fuat Atalay ve Hikmet Çetin, Hakkari Milletvekili Cumhur Keskin, Ankara Milletvekili Eşref Erdem’den oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun hazırladığı “SHP’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri” başlıklı rapor, Parti Meclisi’nde oy birliğiyle kabul edildi ve 15 Temmuz 1990’da yayınlandı.

Rapor, Erdal İnönü’nün genel başkanlığı döneminde hazırlandı. Yankısı da, rapora gösterilen tepkiler de büyük oldu. Raporda Kürt kimliğinin kabulüne ilişkin tespitlerin yanı sıra, pek çok yerde “Kürt sorunu” ifadesi de kullanıldı.

1978’de kuruluş kongresini gerçekleştiren PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, 1979’da Suriye’ye geçti. Öcalan’ın Suriye’de geçirdiği yıllar hem Suriye Kürtlerinin örgüte yoğun katılımıyla, hem de ideolojik ve silahlı eğitimlere yoğunlaşan örgütün büyüyüp güçlenmesiyle sonuçlandı. PKK, 15 Ağustos 1984 tarihinde eş zamanlı düzenlediği üç saldırıyla ilk defa Türkiye’de askeri noktaları hedef aldı. Örgüt böylece Türkiye’ye karşı silahlı mücadelesini başlatmış oldu. Dönemin ANAP iktidarının “eşkıya hareketi” dediği ve henüz tehdit olarak görmediğini dile getirdiği yıllarda PKK silahlı saldırılarını artırarak sürdürdü.

Bu süreçte sivilleri de hedef alan örgüte karşı iktidarın tutumu gittikçe sertleşti ve bölgede güvenlik politikalarına ağırlık verdi. 1983’te yasalaşan Olağanüstü Hal (OHAL) Kanunu, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, sıkıyönetimin sona erdiği 1987 yılında uygulanmaya başladı ve OHAL Bölge Valiliği sistemi ile Jandarma Asayiş Bölge Komutanlığı kuruldu. OHAL ülke genelini değil, Doğu ve Güneydoğu’daki 13 ili kapsıyordu. Aktarılan mali kaynakların da artırıldığı güvenlikçi politikalar bölgedeki gerilimi tırmandırıyordu.

SHP içinde de tansiyonu yükselten gelişmeler yaşandı. Saddam Hüseyin’in Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri hedef aldığı Halepçe Katliamı nedeniyle Paris’te düzenlenen Kürt konferansına katılan yedi milletvekili, 16 Kasım 1989’da SHP’den ihraç edildi.

Aralarında Ahmet Türk’ün de olduğu milletvekillerinin ihracı, Kürtlerden önemli bir destek alan partinin bölgedeki gücünü sarsıyordu. SHP’nin Kürt raporunun bu kan kaybını önlemeye dönük bir hamle olduğu yorumları da yapıldı.

İhraç edilen milletvekilleri ile buna tepki göstererek SHP’den istifa edenler, Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kurdu. HEP adayları, 1991 milletvekili seçimlerine SHP listelerinden girdi.

Ülkede ve SHP içinde bu gelişmeler yaşanırken hazırlanmaya başlanan rapor, dönemin ekonomik ve sosyal göstergelerine yer veriyor, temel tespitlerin ardından demokratikleşme paketi ile çözüm önerilerini sunuyor. Birinci bölümde bugünkü durum, ikinci bölümde sorunlar, üçüncü bölümde temel tespitler ve dördüncü bölümde öneriler yer alıyor.

1985 sayımına göre nüfusun yüzde 20’sinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşadığı ve PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1984’ten raporun hazırlandığı döneme kadar 615’i güvenlik görevlisi, korucular, vatandaşlar ve 630’u “terörist” olmak üzere bin 245 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Silahlı çatışmanın ne zaman ve nasıl sona ereceği bilinmezken, 12 yıldır süren sıkıyönetim ve OHAL’in insanların temek hak ve özgürlüklerini kısıtladığı, olağanüstü yaşam koşullarının bir kimlik bunalımına neden olduğu vurgulanıyor. Raporda şu ifadelere yer veriliyor:

Silahlı mücadelede doğrudan taraf olmayan yurttaşların kitlesel soruşturmalarla, tutuklamalarla karşı karşıya bırakılması, haksızlıklarla birlikte yaşamaya mahkum edilmesi, yurttaşları resmi otoritelere karşı tepki gösterme konumuna getirmiş, bir takım kışkırtma ve zorlamalarla da olsa kepenk kapatma ve başka direniş eylemleri meydana gelmiştir.”

Sorunlara ilişkin tespitlerde, 1983 yılında 2932 sayılı kanun ile Türkçe’den başka dillerde konuşma, yazma ve iletişimin yasaklanmasına değiniliyor. Rapor “Türkiye’de ayaklanmaların zaman zaman sürdüğü, dünyada faşizm rüzgarlarının estiği 1930’lu yıllarda bile düşünülmemiş” diye tariflediği anadil yasağının darbe rejimiyle uygulanmasını kestirmeci ilkel politika, bağışlanamayacak bir ayıp ve insanlığa karşı suç olarak görüyor.

Ayrıca OHAL kanunu ve OHAL kararnameleriyle demokratik hakların daha da daraltıldığına, örgüt faaliyetleriyle ilişkisi olmayan yurttaşların da çeşitli yönlerden baskıya maruz bırakıldığına ve “bölge........

© Medyascope