menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı: Siyasetin sınırı nerede? Gücün dansı, vicdan ve Türkiye’nin bugünü

24 1
28.06.2025

Türkiye’de siyaset sahnesinin gün geçtikçe daha da karardığı herkesin malumu artık. Muhalefet liderleri, cumhurbaşkanlığı adayları ve gazeteciler akıl almaz gerekçelerle cezaevinde; yargı siyasallaşmış, devletin kurumları birer baskı aracına dönüşmüş olduğu inkâr edilemeyecek bir şekilde önünüzde. Fakat ülke siyasetinde yaşanan bu gelişmeler birçok meselenin yanında önemli başka bir konuyu da ele almamızı gerektiriyor: İktidarın yaptıklarının bir sınırı var mı? Siyaset dediğimiz şey, eninde sonunda bir duvara çarpar mı, yoksa her türlü sınırı, ahlaki ölçüyü aşabilir mi?

İktidarın her türlü kurumu kendi politik alanının parçası hâline getirdiği bir düzlemde, bu sorunun aciliyeti çok daha belirgin. Bu soruya yanıt verenler genellikle ikiye ayrılıyor. Bir kesim, toplumun ortak değerlerinin ve ahlaki hassasiyetlerinin bir yerde bu gidişata “dur” diyeceğine inanıyor. Yani bu yaklaşım, ülkenin kolektif vicdanına, demokrasinin yerleşik değerlerine güveniyor. Buna göre toplumsal vicdan, temel değerler, insanların iç sesleri bir noktada siyasetçilerin önüne set çekecek.

Diğer kesim ise çok daha karamsar. Onlara göre iktidarın yaptıkları, herhangi bir meşruiyet arayışından değil, gücünü göstermek istemesinden kaynaklanıyor. Bu anlayışa göre AKP, “yapabildiği için” yapıyor ve muhalefetin eylemleri de rutin bir hâle dönüşerek bu sistemin normalleşmesine hizmet ediyor.

Ancak bu iki bakış açısı da tek başına yetersiz. Ne yalnızca ahlaki sınır beklentisiyle ne de sadece güç gösterisi açıklamasıyla bugünkü tabloyu tam anlayabiliriz. Bunun yerine, siyasetin tarihsel örüntülerine ve gücün karşılıklı ilişkiler içinde nasıl şekillendiğine odaklanmak gerekiyor. Çünkü siyaset ne sadece “vicdan işi”, ne de sadece “güç gösterisi.” Daha fazlası var.

Siyasi tarih bize pek umut vermiyor. Tarihe dönüp baktığımızda, siyasetin çoğu zaman hiçbir duvara çarpmadığını görüyoruz. Aksine, o duvarları yıka yıka ilerlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin Hannah Arendt’in Nazizm analizinde altını çizdiği bir gerçek var: “Öldürmeyeceksin” gibi temel vicdani, ahlaki bir kural, o rejimde “öldürmelisin”e dönüşebiliyor, milyonlarca insan gaz odalarına gönderilebiliyor. Ahlaki........

© Medyascope