menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Müge İplikçi yazdı: Sonbahar ruhları

32 6
17.08.2025

sonbaharı özleyenlere…

Muharrem’in dedesinden kalan bu taş yığın. Eskinin penceresinden süzülen ışık. Toz zerrelerini altın ve ağır tılsımlara çeviren geçmiş.

Melike dışarı baktığında, bahçe sonbaharın bütün ihtişamıyla önünde uzanıyordu. Yapraklar, kızıllar, sarı, paslı turuncular… Denizin kokusu burnuna dolduğunda, aniden yatılı okuldaki yıllarına gitti. O zamanlar da böyle kokardı okulun arkasındaki çamlar. Sınıftan, zihninde gezinip duran ailesinden, aile evinin dar, umutsuz ve biteviye sokaklarından tamamen kaçıp ağaçların altına uzanır, gökyüzünü izlerdi. Şimdiyse ne o huzur ne de o gökyüzü.

Muharrem içeride, güngörmüş ılıman mimar zarafetiyle misafirler için hazırlanıyordu. “Serra ve Tarık birazdan geliyor,” demişti, sesinde o her zamanki yorgun sabır. Az önceki kavgalarından eser yok.

Melike içinde bir sıkışma hissetti. Kapıyı usulca açtı, sanki bir kaçakmış gibi. Belki de öyleydi. Bahçe, öylece onu içine çekti. Yapraklar, ayaklarının altında hışırdadıkça, geçmişin fısıltılarına dönüştüler. Bu sesler ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu belki de: “Hatırla,” diyorlardı, “o günü, kırılışı…”

Uzaklarda deniz, kararmaya yüz tutmuş bir ayna gibi ufka karışıyordu. Köşkün silueti küçülene dek biraz daha yürüdü. Burada, yapaylıktan uzak, Serra’nın olası cilalı gülüşleri ve Tarık’ın keskin bakışları eriyordu rüzgârda.

Yedi-sekiz yıl önceydi. Bir edebiyat etkinliğinde tesadüfen karşılaşmışlardı. Serra, o zamanlar daha genç, daha parlaktı; Tarık ise her zamanki gibi mesafeli. “Ne yapıyorsun?” diye sormuştu Serra, gözlerinde bir merak değil, bir tartı vardı.

“Yoğunum,” diye geçiştirmişti Melike, ama........

© Medyascope