menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Müge İplikçi yazdı: Son çağrı

33 11
07.09.2025

Rüzgâr, Harem İskelesi’nin demir korkuluklarında kendince bir ıslık tutturmuş, son vapurun düdüğünün yankısını taşır olmuş.

Kadın genç.

Genç-ti.

Mermer zemin ayaklarının altında buz gibiydi, ama o, bir kararın eşiğinde, onlara yapışmış kala kalmıştı. Herkes gitmişti. Sessizlik ve o kadim soru kalmıştı bir tek: “Kaçış mı, kurtuluş mu?”

Derin bir nefes aldı. Tam o sırada, sırtında o ilkel ve keskin hissi duyumsadı; izleniyordu.

Yavaşça döndü.

Oradaydı. Beton zeminde, griliğin ve denizin soluk renkleri içinde kanayan bir yara gibi duran kıpkırmızı bir şezlongun üzerinde. Kocası. Yanına yürüdü, soğuk metal kenarına ilişti. Adam, gözleri görünmez bir noktaya kenetlenmiş, ufka bakıyordu.

“Beni görüyor musun?” diye fısıldadı kadın, sesi rüzgârda kaybolan.
Adam başını ölçülü bir ağırlıkla çevirdi, bakışları onu değil, hemen arkasındaki boşluğu görüyor gibiydi.
“Elbette,” dedi sesi, kuru bir yaprak hışırtısı. “Hep görüyorum. Hep buradayım.”
“Öyle mi?” diye sordu kadın, sesinde yükselen bir çelik. “Peki ya sen? Gerçekten burada mısın?”
Adam, bir an için –sadece bir an– gözlerini kadına odakladı, sanki bulanık bir camın arkasından bakıyormuş gibi, sonra yeniden ufka döndü.
“Şezlong burada. Ben de üstündeyim. Yeterli değil mi?”

O buz gibi mantık karşısında içi bir kez daha boşaldı kadının. Bu diyalog, yıllardır süren sayısız tekrarın aynısıydı. Fiziksel olarak orada, ama ruhen çoktan gitmiş bir adam.

Ayağa kalktı. “Hayır,”........

© Medyascope