İsmail Fatih Ceylan yazdı: Öfkeli+devrimci+İslamcı yazar = Nuri Pakdil
Kütahya Tavşanlı’daki Çağrı Kitapevi, 12 Eylül sonrası biz gençler için kültürel bir sığınaktı. Partisi kapatılmış, siyasi faaliyetlerden yoksun ama kitaplarla bağı olan otuzu aşkın gencin durum değerlendirmesi yaptığı, dergi ve kitaplara yöneldiği bir dönemdi. Zaten bizden önceki kuşak da yazarlarla edebiyatçılarla haşır neşirdi. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinin çok okunduğu, Büyük Doğu Derneği’nin ilk şubesinin açıldığı yerdi Tavşanlı. Necip Fazıl’ın kitapları yüzlerce kişinin evinde bulunurdu. Bu yüzden Necip Fazıl Tavşanlı’ya başka yerlere nazaran daha sık gelip gidermiş. Sezai Karakoç ve Diriliş dergisi de bilinir, anılırdı.
O günlerde adını duyduğumuz ama kitapevine yeni gelmeye başlayan üç dergi bizi cezbetmeye başlamıştı. Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi, Mavera Dergisi ve Yaşar Kaplan’ın Aylık Dergi’si.
Kitapevine sürekli takılan gençlerin edebiyat dergilerine yönelmesine öğretmenler vesile olmuştu. Bunlardan biri İbrahim Çelik’ti. Uzun boylu, zarif bir beyefendiydi İbrahim Çelik, Nuri Pakdil’in yakınlarındandı ve Edebiyat Dergisi’nde Hüseyin Su ismiyle yazıyordu. Kitapevine dergiler gelmeye başlayınca, Edebiyat Dergisi ve kitap yayınlarıyla tanışmış olduk. Bir kısmı 1970’li yılların ortalarında yayınlanmış kitapları çoğumuz yeni görüyorduk. Dergide Nuri Pakdil’den başka Arif Ay, Hüseyin Su, Turan Koç, Ali Ulvi Temel, İdris Hamza, Fuat Altınsoy, Yusuf Nili gibi isimler yer alıyordu. Özellikle Nuri Pakdil’in yazılarında yer alan matematik işaretleri oldukça şaşırtıcıydı.
“Büyük bir yalnızlık içindedir çağdaş insan = (Çünkü unuttuk sevgiyi = uygulayımbilimin yoğun ağırlığı altında büküldü belimiz ruhumuzun gereksinimlerini konuşmanın ayıp olduğu bir çağda insanlık idam edildi = yana kaymış gözlerimizle, birbirimizin asılı bedenlerini seyrediyoruz ipte). Yeryüzünde, sürekli soyut, somut darağaçları; öldürme araçları yapılıyor, üretiliyor: ben beni bildim bileli böyle görünüyor bana yeryüzü. (Sürekli, bir tutunma, bir dayanma gereğini duymuşumdur : gerekiyor çünkü : ulaşılamayacak bunsuz hiçbir yere : bunsuz bir milimetre ilerlenemez : tutunmadan insana : insana yeniden bağlanmadan : insanı yeniden sevmeden : insanların acılarıyla yeniden acılanmadan : insanla ulaşılacak Tanrı’ya).” (Bağlanma, Nuri Pakdil, İnsan Gündemde, sayfa: 17, 1. Baskı, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1979, Ankara. 2. Baskı, Ketebe Yayınları, Ekim 2024, İstanbul.)
Hiç paragraf olmadan üç sayfa devam eden bol iki nokta üst üsteli, matematik işaretli yazıda görüldüğü gibi Nuri Pakdil’in kendine özgü dili vardı. Onun üslubunda asıl hedef solcuları etkilemek gibi gelmişti. Biçim, özün önündeydi. Dergide yazan diğer isimlerin yazdıkları da Nuri Pakdil’in yazım biçimini andırıyordu. Allah yerine Tanrı, Kur’an yerine Kutsal Kitap, İslâm yerine Mutlak Öğreti, Peygamber yerine Önder, Ticaret’e tecim, Mezar’a gömüt ifadeleri, yaşam, saptamak gibi kelimeler, bizlere biraz fazla gelmişti. Bize şaşırtıcı gelen İslamcı bir yazarın böyle bir dili tercih etmesiydi. Bir yanımız yadırgarken, bir yanımız bizde böyle yazarlar da var diyordu.
Biat II kitabını sevmiştim. Özellikle “Sarhoş gibi konuşuşu” yazısı hoşuma gitmişti. “Ahlâk. Yirminci yüz yıl, belki de en çok bunu bozdu insanda. Öldürme yaygınlaştıkça, birbirimizi öldürdüğümüzü gördükçe, buna tepki olarak yok etmeye başladık ahlâkı. Yirmi dört saat ahlâklı kalabilen insan çok azdır. Dün tanıdığınızı, bugün tanıyamaz oluyorsunuz. Yeryüzü hızla bir cehenneme doğru kayıyor. Herkes, kendi cehennemiyle o cehenneme doğru ilerliyor. That’s right.”
Biz yeni keşfetmiştik ama Nuri Pakdil, daha Maraş’ta lise öğrencisi iken çıkardığı Hamle dergisiyle İstanbul’daki, Ankara’daki edebiyatçıların dikkatini çekmişti. Nurullah Ataç, 1954’de Türk Dili dergisinin iki sayısında Hamle’den söz ederek buradaki yazarların gelecekte önemli birer yazı eri olacağını belirtiyordu. Gerçekten de Nuri Pakdil’den başka, Hamle dergisinde yer alan Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören gibi isimler ileride tanınan yazarlar olacaktı.
Nuri Pakdil’in ailesi tarafından ilkokula gönderilmediğini duyduğumuzda pek şaşırmıştık. Resmi ideolojinin okulunda eğitim görmesini uygun bulmayan ailesi, Ahmet Kuşçu adlı bir öğretmeni Nuri Pakdil’e eğitim vermesi için tutmuştu. Nuri Pakdil’in bir diğer öğretmeni ise “Benim ilk ideolojik mürebbiyem” dediği annesiydi. Annesinin anlattığı Cezayir hikâyeleri, düş dünyasını zenginleştirmişti. Nuri Pakdil, daha sonra ilkokulu üçüncü sınıftan başlayarak bitirecek, dayısının zorlamasıyla üç yıl gecikmeli Ortaokula başlayacaktı. Lise öğrencisiyken ilk yazılarını Maraş’ta çıkan Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetelerinde yayımladı. Nurullah Ataç Ulus gazetesindeki bir söyleşisinde Demokrasiye Hizmet’teki sanat sayfalarından söz etti. Lise son sınıftayken Maraş Lisesi’nin yayın organı olan Hamle dergisini çıkarttığında Nuri Pakdil’e Türk Dili dergisinde yazmasını teklif etti.
Nuri Pakdil liseyi bitirdikten sonra 1959’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite bitiminde avukatlık stajına başladı ve bir süre Maraş’ta maiyet memurluğunda bulundu. İstanbul Tuzla’da, daha sonra Bitlis’te askerlik görevini ifa etti. Askerden dönüşte Mehmet Şevket Eygi’nin Yeni İstiklal gazetesinde sanat sayfaları düzenlemeye başladı. Fakat Eygi ile anlaşamadı. Eygi, bir süre sonra on beş gün içinde dergiyle ilişkisini kesmesini isteyen bir yazı gönderdi. Nuri Pakdil yazıyı alır almaz dergiden çıktı. Daha sonraki yıllarda Ankara’ya gelen Mehmet Şevket Eygi, Nuri Pakdil’in evine gelerek, Bugün gazetesinde köşe yazmasını isteyecek, Nuri Pakdil ona şöyle bir baktıktan sonra kapıyı suratına çarpacaktı.
Nuri Pakdil, Büyük Doğu ve Diriliş dergilerine abone bulmak, etrafındakilere okutmak konularında çok katkıda bulunmuş, ancak bu dergilerin yazarı olmamıştı. Sezai Karakoç’un, Büyük Doğu’nun çıkmadığı bir dönemde Diriliş dergisini kurduğu gibi, Nuri Pakdil de Diriliş’in çıkmadığı dönemde Edebiyat Dergisi’ni 1969’da yayınlamaya başladı, 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurdu. Dergi yeni üslubuyla, tarzıyla, dik kafalı duruşuyla, devrimci söylemleriyle, dikkatleri üzerine çekiyor, ilgi görüyordu.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Derginin entelektüel yönü ağır basmasına, kapalı ve modern bir dil kullanmasına rağmen, yazıların içeriğinden neyi savunduğu pekâlâ anlaşılıyordu. Üniversite yıllarından merhabaları olan Erdal Öz’ün, Bulvar üzerindeki Sergi Kitabevi’ne derginin ikinci sayısını getiren Nuri Pakdil’e artık Edebiyat dergisini satmayacaklarını söylemesi bu yüzdendi. Neden satmak istemediğini soran, satılmayan sayılar varsa geri alabileceğini söyleyen Nuri Pakdil’e “Hayır,” demiş Erdal Öz, “elli adet bıraksaydın belki o da satılırdı. Ama Edebiyat dergisinin bu adla ve bu dille ne söylemek ve ne yapmak istediğini çok iyi anlıyorum. Edebiyat şeriatçı bir dergi, Kitapevimde buna izin veremem.”
“Eyvallah Erdal Bey,” demiş, “Biz de zaten size bunu söyletmek için çıkartıyoruz bu dergiyi!”
Nuri Pakdil, derginin a’dan z’ye her şeyiyle bizzat ilgilenmek için 1973 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’ndan istifa etti. Kitap kapaklarını bile kendisi........
© Medyascope
