menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İsmail Fatih Ceylan yazdı – İncinen bir hayatın yarası: Ahmet Kaya

30 22
21.09.2025

“Yorgun Demokrat” ve “Şafak Türküsü” şarkılarını çok duyduğum ama en çok “Beni Tarihle Yargıla” şarkısıyla sevdiğim Ahmet Kaya ile bir gün gelecek tanışacağımızı, farklı fikirlerde olsak da arkadaşlıktan öte dost olacağımızı elbette düşünemezdim.

İlk başta 12 Eylül darbesi sürecinin meydana getirdiği boşlukta parlayan, döneme uygun acıları solcular adına dile getirdiği için popülerleştirilen biri diye düşünüyordum. Bizim arkadaşlardan, dostlardan da Ahmet Kaya tiryakisi olanlar vardı. Ahmet Kaya’nın şarkıları dillerinden düşmüyordu, sürekli kasetlerini teypten çalıyorlardı.

Bir gün,

Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is

Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz

Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla

Ve tarihle yargıla..”

sözleriyle şiirsel başlayan şarkı dikkatimi çekti. Başkaldırıyorum albümünde yer alan bu şarkının müziği ve sözleri bambaşkaydı.

Ahh… ben hasrete tutsağım, hasretler tutsak bana

Bıyığımdan gül sarkmaz, bıyık bırakmak yasak bana

Mahpus bana, sus bana, yağlık ilmek boynuma

Sevgili yerine, koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım

Bu sözler, sadece solcuların değil, o dönem 12 Eylül’ün ezdiği bütün kesimlerin duygularına tercüman sözlerdi.

Biraz sonra asmaya götürecekler beni

Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni

Hoşça kalın sevdiklerim

Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök, bütün doğa hoşça kalın”

Sadece solcular değil, İslamcılar açıktan, ülkücülerin çoğu gizliden bu gibi sözlerde kendilerini buluyorlardı. Ben de bu şarkıyla Ahmet Kaya şarkılarına tutulmuştum.

O şarkının dillerde olduğu günlerde İstanbul’a taşınıp Yörünge dergisinde gazetecilik yapmaya başladığımda aklımda olan en büyük hedef Ahmet Kaya’ya ulaşmak, onunla röportaj yapmaktı. Telefon numarasını bulduğumda arasam mı, aramasam mı diye bir süre tereddüt ettikten sonra “Ucunda ölüm yok ya, en fazla reddeder” diyerek aradım. Beklemediğim kadar sıcak ve canayakın karşılayınca şaşırmıştım. Görüşme isteğimi kabul etti. Bizim camiadan bugüne kadar kimse aramamış, çok memnun oldu. Ancak bir albüm çalışması varmış, bugünlerde müsait değildi. Telefonla konuşa konuşa aradan beş ay geçti. Sonunda Arnavutköy’de Agora diye bir yerde yeni albümünün tanıtımını yapacakmış, oraya davet etti.

Dergideki arkadaşlar, “Vay be!” filan diye sevinirken, ben bir yandan görüşme talebimi gerçekten kabul etmesine şaşırıyor, bir yandan da “Arnavutköy’e nasıl gidebilirim?” diye düşünüyordum. Yeni geldiğim için İstanbul’u pek bilmiyordum. Arnavutköy, benim bildiğim duyduğum Gaziosmanpaşa’nın ötelerinde bir gecekondu bölgesiydi, Fatih’e de hayli uzaktı. “Ahmet Kaya Arnavutköy gibi gecekondu bölgesinde mi kaset tanıtımı yapacak” diye şaşırıyordum. “Devrimci ya, fakirlerin arasında yapayım demiştir belki” diyordum. Böyle yaparsa şaşırmazdım. Ne de olsa Başkaldırıyorum, İyimser Bir Gül, Sevgi Duvarı, Başım Belada gibi albümler çıkarmış bir sanatçıydı. Beni Agora’ya davet etmişti, “bu isim bana nerden tanıdık geliyor?” diye hatırlamaya çalışıyorum bir yandan.

Dergiden bir arkadaşa, “Bu Arnavutköy’e nasıl gidilir, çok uzak değil mi?” dedim.

“Yooo!..” dedi, şaşırmış gibi bakarak. “Boğaz Köprüsü’ne yakın, sahil yolunda..”

O zaman hatırladım Boğaz’da Arnavutköy semti olduğunu. İyi ki sormuşum, yoksa gecekondu semtinde Agora’yı arardım artık. Agora adı beni huylandırıyordu, sonunda Agora’nın şarkılardaki Agora meyhanesi olabileceği aklıma geldi. “Yani ben şimdi meyhaneye mi gideceğim?” diye kaygılandım. Hayatımda hiç meyhaneye gitmemiştim. Ahmet Kaya’nın bana bula bula meyhanede randevu vermesine anlam veremedim. Belki beni açıktan reddetmek istemedi, “bir muhafazakâr gazeteciye meyhanede randevu vereyim de nasıl olsa gelmez” diye mi düşündü yoksa diyordum. Vazgeçmek bile aklımdan geçti. “Bana zorla içki içirecek hali yok ya?” dedim sonunda. İyi de meyhanede nasıl röportaj yapılır, buna aklım almıyordu.

Sözleştiğimiz gün belediye otobüsüne binip gittim. Agora’yı da buldum. Meyhane mi o gün pek anlamadım çünkü tenhaydı, masa başında içki içenlere de rastlamadım. Ahmet Kaya’nın Dokunma Yanarsın albümünün tanıtım programı olduğu için sadece basın mensupları vardı. Uzaktan gördüğümde birileri sürekli resim çekiyordu. Kameralar, mikrofonlar vardı. Hostes kızlardan biri beni Ahmet Kaya’nın yanına götürdü. Adım söylenince Ahmet Kaya ayağa kalktı, beni kucakladı, sarıldık. Sanki sadece beni bekliyormuş gibi, çok memnun olduğunu söyledi ve geçtiğimiz bir odada yanına oturttu.

“Fatih kardeşim içki içmez, ona meyve suyu getirin” dedi.

Odadaki ortam kalabalıktı, hareketliydi ama sadece ikimiz varmışız gibi muhabbet ediyorduk. Ben “bu ortamda röportajı nasıl yapacağız?” diye düşünüyordum. Sonunda “Nasıl yapalım?” diye sorduğumda, evlerinde görüşeceğimizi söyledi. Daha sonraki günlerde, Etiler’deki evinde görüşmek için sözleştik. Hediye ettiği yeni albümü Dokunma Yanarsın’ı alarak eve döndüm.

Beklenen gün geldiğinde, dergiden fotoğrafçı Ahmet Sağlık arkadaşımla Etiler’e yol alırken bu gerçek mi diye düşünüyordum. Eve geldiğimizde Ahmet Kaya güler yüzüyle karşıladı. Kucaklaştık, sarıldık. Eşi Gülten Hanımla, küçük kızıyla ve köpeğiyle tanıştırdı bizi.

Evinde müzik sistemi vardı, dikkat çekiyordu. Ama benim........

© Medyascope