İsmail Fatih Ceylan yazdı: Gece ağlayan gündüz gülen Enver Ören
Her cemaatin kendine ait bir mücadele tarihi var. Bugün TGRT televizyonu ve bir dönem 1.5 milyon gibi tiraja ulaşabilmiş Türkiye gazetesi ile tanınan, 22 Şubat 2013’te vefat eden liderleri Enver Ören’le anılan, İhlas Holding’le bilinen Işıkçılar cemaatinin tarihi de hayli ilginç.
Emekli albay, kimyager, yazar Hüseyn Hilmi Işık’ın soy isminden adını alan cemaati Şeyh Abdülhakim Arvâsî kurdu. Arvâsî’nin iki ünlü müridi vardı: Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyn Hilmi Işık. Necip Fazıl, zamanla bütün sağın fikir babası, şairi, üstadı olurken, Hüseyn Hilmi Işık cemaatin başına geçti.
Hayatı başarılarla ve ilklerle dolu yaşayan Hüseyn Hilmi Işık, bütün okulları birincilikle bitirmişti. İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ından esinlenerek Seadet-i Ebediyye kitabını yazdı ve bu eser cemaat derslerinde okutulmaya başlandı. Seadet-i Ebediyye kitabı, tekrar tekrar okunan, okutulan, girilmedik ev bırakılmayasıya gerekirse bedavaya dağıtılan en temel başucu eserdir. Hakikat yayınlarının ve Hüseyn Hilmi Işık’ın tanınan, bilinen diğer önemli kitaplarından bazıları, Nemaz Kitabı, Faideli Bilgiler, Eshab-ı Kiram, Cevab Veremedi’dir.
Damadı Enver Ören, bayrağı devraldığında öncelikle yayıncılık alanında faaliyet gösterecek, ticari başarılarla gazete, televizyon ve holding sahibi olarak, cemaatin hem patronu, hem lideri olarak tanınacaktı.
Enver Ören 10 Şubat 1939’da Denizli Honoz’da dünyaya geldi. Çocukluğu tütün tarlalarında geçti. O günleri her zaman hatırlayacak, “En güzel yediğim yemekler tütün tarlasında soğanla ekmektir” diye anacaktı. İlk ve ortaokulu Denizli’de okudu. 15 yaşındayken 1954’te babasını kaybetti. Babasının ona iki vasiyeti vardı. Birincisi, ölüm ve delilik hariç namazlarını vaktinde kılması. İkincisi: Mutlaka bir fakülte bitirmesi.
En büyük hayali müzisyen olmaktı. Ortaokulda mandolin çalar, 25-30 öğrenciye mandolin dersi verirdi. Mozart’ın bestelerini ezbere bilir, arkadaşlarına öğretirdi.
Ancak babasının ölümünden sonra annesi okulu bırakıp bir yerde çalışmasını istiyordu. Enver Ören, bu dönemde okuldan kaçmaya başladı ama bazen de ağlıyordu. Arkadaşı sorduğunda, babasının “fakülte bitir” vasiyetini söyledi. O zaman arkadaşı Kuleli Askeri Lisesi’ni tavsiye etti. Okul İstanbul’daydı.
Postaneye gidip “Babam öldü. Okumak istiyorum. Beni okulunuza kabul eder misiniz?” diye telgraf çekti. Üç-dört gün sonra okuldan cevap geldi: “İlk kanaat notlarınızı gönderin.” Okuldan kaçmalar sebebiyle tarih dersi zayıf olduğu için bir zayıfla notları gönderdi. Kuleli’den, “Kırık notunuz olduğu için almamamız lâzım iken istisna olarak sizi kabul ettik” karşılığı gelince, Kuleli Askeri Lisesi’ne başlamış oldu. 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir sınıf arkadaşıydı.
Kuleli’de kimya hocası Yarbay Hüseyn Hilmi Işık’ı tanıması hayatında kader anlarından biriydi. Hüseyn Hilmi Işık bir gün derste, “Beylerbeyi’nde Fahri Hoca var. Cumartesi günleri saat dörtte sohbet eder, gidin, dinleyin” deyince sınıf arkadaşı Erol Güzey ile beraber gittiler. Okuldan sadece ikisi vardı. Fakat Hüseyn Hilmi Işık o gün oraya gelmemişti. Babası yeni ölen Enver Ören duygulandığı için Mevlidi dinlerken ağladı.
Birkaç gün sonra, iki sınıf yüksekte okuyan İsmail Silleli, Enver Ören’in yanına gelerek, “Hüseyn Hilmi Hocamız seni evine çağırıyor” dedi. Mevlitte Hüseyn Hilmi Işık’ın eşi, Enver Ören’in ağladığını görmüş, yaka numarasını alarak eşine söylemiş, hoca bunu duyunca öğrencisini çağırmıştı. Enver Ören, Zeki Celep ile birlikte Hüseyn Hilmi Işık’ın evine gitti. Hocası çay ikram etti, soba başında oturttu ve İmam-ı Rabbani’nin Mektubat kitabından okuyup ders yaptı. O güne kadar müzisyen olma hayali taşıyan Enver Ören, Hüseyn Hilmi hocasının cemaatinin talebesi oldu.
Kuleli’yi bitirdiğinde, Harbiye’ye gidecekti ancak babasının vasiyeti bir fakülteyi bitirmekti. Ama o yıl Kuleli’den üniversiteye geçmek kaldırılmıştı. O zamanın parasıyla iki bin lira okula tazminat öderse üniversiteye gidebilecekti. Parayı akrabalarından, arkadaşlarından denkleştirerek, İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi’ne girdi. Üniversiteye girdiği sene annesini Denizli’den getirdi. Beylerbeyi’nde bir eve taşındılar. 1961 yılında lisans öğretimini tamamladıktan sonra kazandığı NATO bursu ile bir buçuk yıllığına mesleki çalışmalar yapmak üzere Napoli’ye gitti.
Hüseyn Hilmi Işık’ın kızı Dilvin Işık ile 1968’de evlendi. 1970’de Ahmet Mücahit ismini verdikleri oğulları dünyaya geldi.
Napoli’den dönüşünde bir müddet öğretim görevlisi olarak üniversitede çalıştı. Bu görevi esnasında öğrencilere kendisini çok sevdirdi. Özellikle milliyetçi muhafazakâr öğrencilere yakın davranıyor, kendi ifadesiyle “kopya çekmelerine” göz yumuyordu. O günleri anlatırken, “Benim öğrencilerimden hiçbiri anarşist, solcu, komünist çıkmadı” diye bahsedecekti.
Fakat “anarşinin artması nedeniyle” öğretim görevlisi vazifesini sürdüremedi ve üniversiteden ayrıldı. Cemaat çalışmaları daha önemliydi. Üstadı Hüseyn Hilmi Işık’ın eserlerini basmak, yaymak, yabancı dillere çevirmek, maliyet fiyatına veya bedava dağıtıldığı için “kaynak bulmak” gerekiyordu. Ayrıca cemaatin sesi olacak bir yayın organına ihtiyaç vardı.
İlk başta Işık Kitabevi olan yayınevi Hakikat Kitabevi’ne dönüştürüldü. Hüseyn Hilmi Işık, talebesi Enver Ören’den gazete çıkarmasını istedi. 22 Nisan 1970’te “Hakikat” adıyla gazete yayımlanmaya başladı. Gazete ağırlıklı olarak, Hüseyn Hilmi Işık’ın fikirlerini yayarken, “mezhepsizlik-vehhabilik” çıkışlarıyla dikkat çekiyor ama geri kalan muhafazakâr kesimden büyük tepki alıyordu. Seyyid Kutup, Muhammed Abduh, Efgani, Mevdudi gibi dışarıdan isimlerin haricinde, Said Nursi, Mehmet Akif, kendi şeyhleri Abdülhakim Arvasi’ye bağlı olmasına rağmen Necip Fazıl ve Erbakan gibi Türkiye’de bilinen önemli isimler tarafından ağır sözlerle eleştiriliyordu.
Hele 1971 yılında Erbakan Milli Nizam Partisi’ni kurunca, o dönemde diğer cemaatler gibi en çok Erbakan’a düşman oldular. 14 Ocak 1971’de Erbakan’ı Necip Fazıl ile birlikte kumar masasına oturtan yarım sayfalık karikatür yayınladılar. Erbakan’ı vehhabilikle, Arap sermayesini temsil etmekle, Demirel’e destek veren İslami kesimle arasına nifak sokmakla, yeşil komünist olmakla itham ettiler.
Diğer İslami çevreler de onları “Hz. Ali’yi bile tekfir eden ‘Hariciler’ gibi olmakla, Vehhabilikle kafayı bozmakla, ‘Mason Demirel’i evliya gibi göstermekle” itham ediyordu.
Enver Ören şahıs olarak son derece güler yüzlü, herkesle cana yakın, tatlı dilli birisiydi. Kiminle tanışsa kendini sevdiriyordu. Gazetenin “dar çerçeveli, kapalı cemaat yayın organı” olmasını değil, “İslam’ı anlatmaktan taviz vermese de, geniş bir tabana hitap eden” yayın anlayışına sahip olması gerektiğini düşünüyordu. “Düşman üretmekle değil, dost kazanmakla” hizmet edileceği inancındaydı. “Severseniz sevilirsiniz,” diyordu. 30 Nisan 1972’de Hakikat gazetesinin adını değiştirdi ve gazetenin adı Türkiye gazetesi oldu. Bu değişiklikle Türkiye gazetesi, cemaatin fikirlerini yaymakla birlikte, daha güncel konulara da yöneldi.
1978’de Japonya’da katıldığı FIEJ Kongresi Enver Ören’in ve Türkiye gazetesinin kaderini değiştirecek bir kongre oldu. Orada tanıştıklarından, “dünyanın en çok satan ikinci gazetesi” olan Asahi Shimbun gazetesinin elden dağıtım sistemini öğrendi ve uygulamaya geçirdi. Her geçen gün abone olanlara, eve, dükkana gönderilen Türkiye Gazetesi, 1980’e kadar “akşam gazetesi” olarak yayımlandı. Belli bir noktaya geldikten sonra gündüz gazetesi oldu.
12 Eylül 1980 darbesi, sonuç olarak Turgut Özal’a ve muhafazakâr kesime yaradı. Ancak en çok fayda görenlerin başında Enver Ören ve Türkiye gazetesi geliyordu. Sağın en büyük gazetesi olan Tercüman, hâlâ Demirel’i tuttuğu için maddi manevi sıkıntılara maruz kalmıştı. Bunun yanı sıra, Kemal Ilıcak’ın eşi Nazlı Ilıcak çıplak kadınlarla dolu........
© Medyascope
