İsmail Fatih Ceylan yazdı: Bütün derdimiz başkalarının ilgisini çekmek
Toplumların değişen şartlara ve dönemlerine göre, ortak davranış biçimleri oluşuyor. Bu davranış biçimleri genel anlamda ortak psikolojiyi yansıtmakta.
Olayları algılama biçimi, tepkiler, refleksler, insanlar arası ilişkiler, zamanla toplum bireylerinin benzer davranışlarına dönüşür. Ama dönemsel farklılıklar vardır. Meselâ 1900’lü yıllarla 2000’li yılların ortak davranış biçimleri arasında fark olduğu gibi, 1950’lerin, 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin, 1990’ların ve 2000’lerin de davranış biçimleri kendi aralarında farklılık gösterir.
2000’li yıllarda yaşadığımıza göre, bu dönemin ortak psikolojisine değinirsek, aslında 1970’lerden bu yana süregelen bir davranış biçimi söz konusudur. Yani bugünün davranış biçiminin temeli 1970’lerde gelişmiştir. Şüphesiz 1970’li yıllarla bugünkü dönem arasında da farklılıklar vardır ama genel anlamda benzerlik hâkimdir ve bu davranış biçimleri gelişerek bugünlere gelmiştir.
Ortaokul-lise yıllarından itibaren şekillenen bu ortak davranış biçimleri, günümüzde yaşanan yanlış evlilik, boşanma, evlenememek gibi problemlerin sebeplerine ışık tutacak olan ortak psikolojidir aynı zamanda.
Genel olarak baktığımızda; yapmacık tavır ve hareketler, üstünlük gösterisi ve aşağılama, ilgi çekmek, menfaat gözetmek, gösteriş yapmak, bilgiçlik ve ukalalık, dengesiz davranmak, umursamazlık vb. günümüz insanlarında çok fazla görülen özellikler, liseli psikolojisinin oluşturduğu özelliklerdir.
Günümüz insanlarında yaygın olan tavır, neredeyse paket program gibi sanki özel olarak ayarlanan ve zaman içinde kişinin karakterinin bir parçası hâline gelen davranış biçimleridir. Bunu kendimiz de dâhil olmak üzere, toplumumuzda çok rahat gözlemleyebiliriz.
Meselâ samimiyetten uzak, yapmacık tavırların günümüzde hâkim olduğunu hangimiz inkâr edebiliriz? Belki de bu yüzden insânî ilişkilerimizi, duygularımızı çoğu zaman konuşma yoluyla değil de, bakış ve tavırlarla ifade etmeyi tercih ediyoruz. Daha çok kızma, bozulma, kıskanma, özenme, hayranlık gibi duygularımızı sözle değil, tavırlarla gösteriyoruz. Bunun sebebi, hissettiğimiz birçok duyguyu açıkça belli etmeyi gururumuza yediremememizdendir.
Gerçekten hangimiz duygularımızı olduğu gibi, samimîce söyleyebiliyoruz ki? Gün boyunca insan ilişkilerimiz nasıl bir düşünün. Ne kadarı yapmacık, ne kadarı samimî?
Sinirlenince kapıyı çarparak kapama, kızdığını belli edecek bakışlar atma, hiç cevap vermeden yoluna devam etme, sinirlendiğini belli etmek için ses tonunu mümkün olduğunca kısık tutarak konuşma vb. davranışlar çoğumuzda var.
“İnsan bu, yaratılışında var” diyebiliriz bu duruma. Ayrıca hemen hemen bütün insanlar bu şekilde davranıyor. Ancak çok değil, bizden birkaç kuşak önce yaşayanlar böyle değillerdi. Hayat şartları bizim gibi rahat ve konfor içinde değildi onların, üstelik bin bir zorluk içinde, zor koşullarda hayat sürmüşlerdi. Ancak davranış biçimleri, sohbetleri, insan ilişkileri candan ve samimîydi. Çevremizde bu tarz olan insanları gördüğümüzde hayranlık duyarız. “Tam bir beyefendi, bir hanımefendi” diyoruz böylelerini gördüğümüzde ve biz de bu zamanda sayılarının ne kadar az kaldığını itiraf ediyoruz. O sayısı azalan “beyefendi, hanımefendi” türleri geçmişte büyük çoğunluktaydı. Bunların dışında, “İstanbul beyefendisi veya hanımefendisi” olmasa da gerçekten samimî, içten, cana yakın olan insanlar vardı ve bunlar köylerimize varıncaya kadar çoğunluktaydı.
Bugün, o insanlardan daha rahat, daha konforlu, maddî imkânları bol, ne ararsanız bulunur bir hayatı yaşamamıza; belki onlardan daha bilgili ve teknolojik imkânlara sahip olmamıza rağmen kabul etmeliyiz ki, psikolojik olarak onlar kadar rahat değiliz.
Sinirlilik, samimiyetsizlik, fevrî hareketler, dengesizlikler, tatminsizlik, bunalım, olumsuz anlamda hırs, hep ilgi çekmek için çabalamak, sosyal medyada beğenilmek için uğraşmak, menfaatleri ön planda tutmak, üstünlük gösterisi ve başkalarını aşağılama gibi davranışlar bizlerde mevcut ve bunlar hayatımızın bir parçası hâline geldiği için hayatımızı da yaşadığımız sürece olumsuz etkiliyor.
Öyle ki, bunları hayatın bir gerçeği kabulleniyoruz ve yaşama biçimi sanıyoruz. Bu sadece gençlere has değil, koca koca insanların bile sosyal medyada beğenilme, takip edilme hırsı insanı şaşırtıyor. Genellikle Facebook’u tercih eden orta yaş ve üstü insanların bazılarında, yeterince beğenmedikleri için fırça atmaları, sitem etmeleri, kızmaları görebiliyoruz. Altmış yaşını geçmiş bir tanıdığım, beş bin arkadaşı olduğu hâlde 10-20, en fazla —o da çok nadir— 70-80 beğeni aldığı için hayli öfke kusuyordu sayfasında. “Benim paylaşımlarımı beğenmeyenler arkadaşım değildir” diye yazmıştı paylaşımında. Bazıları, “Madem benim paylaşımlarımı beğenmiyor, yorum yapmıyorsunuz, çıkın gidin lan sayfamdan” diyor, bazıları da “Bugün şu kadar ilgisiz arkadaşı sildim” diye duyuru yapıyordu. Tanıdığım biri bu duruma fena kafayı takmıştı; arada sanal dünyadan çıkıp gerçek arkadaşlara denk geldiğinde de bu konuda öfkeli öfkeli konuşarak dert yanıyordu. Bir gün bana da dert yandı. Ona, “Peki sen kaç kişiyi beğeniyorsun? Meselâ beş bin arkadaşının da paylaşımlarını beğeniyor musun?” diye sordum. Düşündü, “Haklısın” dedi. Herkes beğensin ama kendisi beğenmesin gibi garip bir duygu taşıyorlar ve bazıları cidden kızıyorlar.
Instagram ve Twitter’da durum daha vahim. Her ikisinde de çoğunluk, “Beni çok kişi takip etsin ama ben az kişiyi takip edeyim” derdinde. Birisi, İnstagram’da beni takip edenleri takip ettiğim için bana şaşırıyordu. Takip edenlerin hepsini takip etmemeliymişim. Nedenini sorduğumda, “Böylesi daha havalı oluyor, insanlar böyle yapanları daha çok takip ediyorlar” diye cevap verdi. “Ama benim kitaplarımı okuyup bana değer verip takip edenleri, takipçi değil dost-arkadaş görmekten yanayım. Öyle kibirli, havalı olunca ne oluyor, anlamıyorum” dediğimde, bana “Ne kadar safsın, sen uzaydan mı geldin?” der gibi baktı.
Bazılarının takipçi satın almalarını, bunun için olmadık taktikler denemelerini, neredeyse hayatlarını buna odaklamalarını anlamak gerçekten zor. Üstelik o takipçileri memnun etmek için sürekli dikkat çekici paylaşımlar yapmak zorundasın; iki gün ara verdin mi takipçi sayın düşüyormuş. Bu takipçilerde de hiç vefa yok anlaşılan.
Daha da garibi, birilerini takip edip karşı taraf da onu takip edince, kendi takibini geri alan bir kitle var. Bunlar, bu uyanıklıktan gurur duyuyorlar üstelik. Bir tanıdığım bunu keşfedince çok sinirlenmişti. Her gün takibi bırakanları araştırıyor, takiplerinden çıkıyordu.
Twitter ise bir başka âlem. Çoğunluk, siyasi rakibine lâf sokmak, karşıt görüşlüyü aşağılamak, onların hesabının altına hakaret ya da küfür dolu yorum yazmak için kullanıyor. Yazarların, sanatçıların, siyasilerin bile trollük yaptığı bir savaş meydanı gibi bu mecra. Bazı erkekler abazalık yapıyor, kimi kızlar bağırlarını açıp “Of canım sıkılıyor” diyerek bütün erkek milletinin ilgisine mazhar olmaya çalışıyor. Bu sosyal medyaya kendilerini öyle kaptıran var ki, günün çoğunu buralarda geçiriyor ve her gün en az yirmi otuz paylaşım yapıyor. Bazıları da onlarca rakip görüşlünün hesabına girip aleyhinde yorum yazmakla, hakaretle geçiriyor gününü.
İnsanın hırsı, öfkesi, kıskançlığı, nefreti, sevgisizliği bu sosyal mecralarda ortaya çıkıyor. Sosyal medya, çoğunlukla olumsuz, negatif hislerimizin buluşma arenası. Ne kadar zaafımız varsa —bencillik, kibir, öfke, nefret, kıskançlık— meydana çıkarıyor bu sosyal medya.
Bu duygular ön planda olunca, günlük hayatımız da o duygularla şekilleniyor. “Bu zamanda gerçek anlamda dostluk kalmadı”, “Günümüzde gerçek aşk da yok”, “Bu........
© Medyascope
