Gürkan Çakıroğlu yazdı: Zengezur ve zeytin ağaçları
“Neredeler” diye sorduğumda aldığım cevap hiç şaşmaz “kaçtılar, göçtüler” olurdu; kaçmak ve göçmek. Göçmek malum umudu da barındırır içinde ve bir hayale, bir ümide doğru yol almak geçer insanın aklından. Ama kaçmak ile aynı cümle içinde kullanıldığı zaman gri ve boğuk bir hava, derin bir hüzün çöker kalbe. İmgeler bulanıklaşır; insan karamsar, insan kötümser oluverir.
Temel içgüdü meraktı sanırım. Kimdi bu insanlar? Neden tuğla tuğla ördükleri evleri, ektikleri toprakları ve diktikleri ağaçları bırakıp gitmişlerdi? Acaba şimdi neredeydi onların çocukları? Cumhuriyet’e elbette çok şey borçluyuz; lakin çocukluğumuzun merakını tahta sıralarda öyle bir hadım ediyorlar ki merak yerini zamanla boş vermişliğe bırakıyor. Merak, tıpkı bu topraklardan göçüp gitmek zorunda kalmış niceleri gibi gözden kayboluveriyor.
Ermenilerle tanışmam o zeytin ağaçları ve arada top oynarken kırdığım camlar veya başkaca işlediğim kabahatler vasıtasıyla oldu. Onlarla, artık yaşamadıkları bu topraklarda ve içinde olmadıkları olaylar vasıtasıyla tanışmak oldukça garipti; gölgeleri olmayan suretlerle tanışmak gibi.
Bu konu ne zaman açılsa farklı kişilerin benzer yüz ifadesine bürünüp kaşlarını çatarak ve “Er” hecesine oldukça sert bir vurgu yaparak “Ermeniler” demesine anlam veremezdim. Cümlelerinin devamına da hiç şaşmaz şekilde “Gavur tohumu” sloganı ilişirdi. Burada “gavur” denen ağaç mı, tohum mu, yoksa Ermeniler miydi? Hikâyenin ne olduğunu sorduğumda net cevaplar alamadım hiç
Kabahat işlediğimde kulaklarımın ilk işittiği cümlelerden birinin “Seni Ermeni tohumu seni” olması hikâyeyi daha da içinden çıkılmaz bir hale büründürürdü. Kabahat ile Ermeni olmak........
© Medyascope
