Berrin Sönmez ile söyleşi: Başörtümü Diyanet ve iktidarın ayaklarının dibine attım
Müslüman feminist ve yazar Berrin Sönmez, Diyanet’in “Haya Allah’ın emri fıtratın gereği” başlıklı hutbede kadınların yaşam tarzına, giyim kuşamına adeta format atan ifadelerin yer almasının ardından başını açtı. Kararını Medyascope’a yazdığı “Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?” başlıklı bir yazı ile duyuran Sönmez dediğini yaptı ve başörtüsünü çıkarttı ve başörtüsü olmadan ilk kez Medyascope yayınına katıldı. Başını açarak bir işaret fişeği yaktığını söyleyen Sönmez “Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum” diye başlattığı bireysel eylemini “Başörtümü aldım, Diyanet’in ve iktidarın ayakları altına attım” sözleriyle açıkladı. Sönmez başını açma kararının gerekçelerini ve yaşadıklarını Göksel Göksu’ya anlattı.
1 Ağustos’ta Diyanete bağlı 90 bin camide okunan “Hayâ Allah’ın emri fıtratın gereği” başlıklı hutbede bedeni açıkta bırakan elbiseler, vücut hatlarını belli eden kıyafetler tarz ya da imaj değil Allah’ın emirlerini ihlal etmektir dendi ve kadınların yaşam tarzına, giyim kuşamına adeta format atıldı. Bu ifadeler Başı açık kapalı fark etmeksizin toplumdaki kadınları derinden kaygılandırdı ve tepkisine neden oldu. Çünkü Türkiye’nin dört bir yanında dinletildi bu sözler. O tepkiyi gösterenlerden biri de Müslüman feminist ve yazar Berrin Sönmez oldu. Sönmez medyaskopa “Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?” yani “Ey Diyanet bu gidiş nereye?” başlıklı bir yazı yazdı ve o yazıda Diyanet’e “edep yahu” diyerek kişisel bir direniş başlattığını ve başını açacağını duyurdu. Berrin Sönmez dediğini yaptı ve şimdi yayın konuğumuz Berrin Sönmez, merhaba. Evet, başınızı açacağınızı söylediniz ve açtınız. Bugün de ilk kez izleyicilerimiz sizi bu tepkinizi yerine getirmiş olarak ekranlarda karşılarında görüyorlar. Ben sizi çok uzun yıllardır tanıyorum. Kolay bir karar olmadığı muhakkak. Eminim pek çok git geller yaşadınız siz de kendi içinizde ama siz bu kararı aldınız. Ve başınızı açtıktan sonra da ilk kez bir yayına katılıyorsunuz. Önce şunu sormak istiyorum: Aldığınız ilk tepkiler neydi? Peşi sıra da tabii elbette şunu soracağım. Yazdınız gerçi ama okumayanlar da sizden duysunlar, dinlesinler. Sizi böylesi önemli bir eşiğe getiren ne oldu?
Berrin Sönmez: Evet, son kısmından başlayayım sorunun o zaman. Ben uzun zamandır iktidarın böyle bir yaklaşımla kadın bedeni üzerinden politika geliştirmesine, aile politikalarını güçlendirerek aile içindeki kadını ve çocukları görmezden gelmesine karşı teyakkuz halindeydim. Çünkü bunların her biri, bu yaklaşımların her biri iktidarın, kadınların yaşamını zorlaştıran, çocukların aile içinde, ev ortamında ve toplumda güvenliğini — hem kadınların hem çocukların ama daha çok çocukları öncelememiz gerekiyor tabii — güvenliğini zedeleyecek girişimlere yol açma ihtimalini önemsiyorum. Bu ihtimali iktidar hiç düşünmüyor olabilir ama tüm toplumda bunu görüyoruz ki boşanmak isteyen kadına — tabii sadece boşanmak isteyen değil ama — son yıllarda giderek artan kadın cinayetlerinde en yaygın rastladığımız cinayet nedeni olarak kadının boşanmak istemesi ya da boşanması, boşandıktan sonra kendisine yeni bir hayat kurmak istemesi gibi nedenler görüyoruz. Bütün bunlar kadınların yaşamına dair verilen kararlar ve biz bu kararlara karşı direnmek zorundayız. Bu kararları geri aldırmak için adım atmak zorundayız. Diğer taraftan, Diyanet’i de biliyoruz, özellikle ucube sistemi kuruluşundan itibaren. 2017 referandumuyla gelen bir ucube sistem içinde yaşıyoruz, 2018’den bu yana bu sistem uygulamada ve bu sistemin ne demokrasiyle, ne otokrasiyle, ne totalitarizmle falan tam açıklanamayacak, hepsinden bir parça bulunduran ve çok büyük bir toplumsal karmaşaya yol açan bir siyasal sistem olduğunu düşünüyorum. Ve bu siyasal sistem içerisinde devlet kurumlarını ve öteden beri gelen teamülleri, kuralları yok saymak, tek kişinin kararıyla her işi yapmak gibi garabetleri yaşıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu çerçevede doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlandı ve doğrudan iktidarın propaganda aygıtı haline geldi. Şunu itiraf edelim: Geçmişte Diyanet kurulduğunda da Diyanet iktidarlarla iyi geçinirdi. Bir kamu kurumuydu. İktidarlarla iyi geçinirdi. Kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırırdı. Öyleydi yani, halk arasındaki söyleyişle belirteyim. Ama şimdi tam olarak can-ı gönülden çalışan bir propaganda aygıtı olarak görüyoruz biz Diyanet’i.
Burada şunu söylemek mümkün o halde. Devletin resmi ideolojisinin, siyasi söyleminin adeta dile gelişi ya da vatandaşa iletilme yöntemi. Hutbe için de bunu söyleyebilir miyiz?
Berrin Sönmez: Tabii ki vatandaşa iletilme yöntemi gerçekten de, çünkü girerken senin de belirttiğin gibi 90 bin cami var. Toplumun tüm kılcal damarlarına ulaşan ve son yıllarda giderek artan personel sayısıyla ve giderek yükselen bütçesiyle tüm toplumu şekillendirme potansiyeline sahip olan bir kurumdan bahsediyoruz. Üstelik de bütün suçları bayrağın arkasına, bütün günahları dinin arkasına saklayan bir yaklaşımla. Hiçbir şekilde bu Diyanet’in hutbelerinde biz yapılan yolsuzluklara itiraz, kadın cinayetlerine itiraz, çocuk istismarına itiraz görmüyoruz. Ama sadece kadına, çocuklara, topluma din maskesi altında ayar vermeye çabası görüyoruz. Bu gidiş hakikaten tehlikeli bir gidişti ve son hutbede ben bu gidişin biraz daha şekillenmekte olduğunu gördüm. Neye dayanarak bunu söylüyorum? Her şeyden önce benim tepkim iki yönlü. Birisi evet, kadınların üzerine yapılan baskı, diğeri dini kavramların tepetaklak edilmesi ya da daraltılması, kısıtlanması. “Haya”, “edep”, “fıtrat”, “iffet” — bunlar daraltılıp daraltılıp bedene indirgenmiş. Bunlar çok geniş kavramlar oysa. Göklerin ve yerlerin fıtratı diye ifadeler geçer Kur’an’da. Onların bedenine mi indirgeyeceğiz şimdi biz bunu? Bunun anlamını kavramamız için geniş düşünmemiz gerekiyor. Ama bedene indirgediler ve bu erkek bedeni değil, kadın bedeni oldu. Nereden bunu çıkarıyoruz? Kıyafetlerin kısa olması, dar olması, ince olması, estetik yapılması, yok efendim dövme yapılması falan — hadi dövme, erkekler de dahil oluyor vesaire; estetik de hadi öyle diyelim, artık erkekler de yaptırıyor vesaire — ama doğrudan kıyafet nedeniyle kadınların üzerine yüklendi. Bu geniş kavramları bu kadar daraltıp indirgemeci bir yaklaşımla topluma sunmaları toplumun inanç dünyasını kısırlaştıracak. İslam düşünce hayatına darbe vuracak. İslam inancını çok iyi düşünmeyen, etraflıca meseleleri kavramayan insanların zihninde gerçekten de sadece bir takım yasaklara indirgeyecek. Allah’ın rahmeti, merhameti, adaletsever olması, adaleti emretmesi — bunlar yok. Ama “haya”, “edep”, “fıtrat” ve “iffet” kavramları bunların hepsini içeriyor.
Şimdi tabii burada şöyle de bir şey var. Haya, edep, fıtrat — çok da net bir şekilde söylediniz — kadın bedenine indirgeniyor. Ama mesela 6 yaşındaki bir çocuk, babası yaşında, dedesi yaşında biriyle evlendirilirken ne haya sorgulanıyor, ne edep, ne fıtrat sorgulanıyor. Hatta bu mübah görülebiliyor. Bu çocuklarla ilgili süregelen mahkemeler var, davalar var, bilmediklerimiz var. Kaldı ki bu bilmediklerimizin büyük çoğu Anadolu’da yaşıyor. 90 bin cami dedik. Anadolu’nun köylerinde de bu hutbeler okundu. Şimdi oradaki insanlar bu hutbeyi dinlediğinde hem yaşama bakışı, hem evine gittiğinde eşine, karısına, kızına bakışı, hem de sokakta yürüyene bakışı elbette biçimleniyor, değil mi? Sizi endişelendirenlerden biri bu.
Berrin Sönmez: Kesinlikle, evet. Çünkü camilerde bu hutbeleri dinleyenlerin yüzde doksan beşi erkek. Cuma namazlarına kadınların gitme oranı yüzde beşi geçmiyor bizim ülkemizde. Ve pek çok camide de zaten kadınlara Cuma namazı için alan açılmıyor. Açılan alanlarda çok köhne, daracık, tıkış tıkış kalıyor kadınlar oralarda. Bazı büyük camiler dışında durum böyle. Her kadın kendi mahallesindeki, semtindeki camiye gidemiyor yani. Şehirlerdeki, kentlerdeki bazı büyük camilerde Cuma namazına gidebiliyor kadınlar.........
© Medyascope
