Bilgehan Uçak yazdı: Türkiyelilik ve “tahsilli cehalet”
Şu Türklük-Türkiyelilik meselesi ne zaman gündemdeki yerini alsa, benim aklıma hep Fruko gazozlarının meşhur “on yüz bin milyon baloncuk” sloganı geliyor, çok kısa bir süre içinde bu “tahsilli cehaletin” şaşkınlığına düşerek sil baştan aynı sözleri söylerken buluyorum kendimi.
En basit şekliyle anlatmaya çalışacağım.
Ben bir Türk’üm, anadilim Türkçe.
Üstelik başka bir ülkede değil, Türkiye’de doğdum, burada yaşıyorum.
Yani, ben bir Türkiyeliyim.
Kısacası, ben Türkiyeli bir Türk’üm.
Görüleceği üzere, Türkiyeli olmak Türk olmaya engel değil.
Türklük benim objektif kimliğim, Türkiyelilik ise subjektif kimliğim.
Şayet Türklük, subjektif kimlik olarak da dayatılırsa, benim için mahsuru yok ama etno-dinsel açıdan Türk olmayanların uyum sağlaması, yaşadıkları toplumla çatışmaya düşmemeleri çok güçtür.
Bunun, yani gönüllü entegrasyonun, yegâne koşuluysa ortak pazarın milli bilinç uyanışından önce kurulmuş olmasıdır.
Türkiye’de ortak pazar ancak seksenlerde oluştu ama oluştuğunda bile iş işten geçmişti.
Böyle olunca da “gönüllü entegrasyon” yerini “zorunlu asimilasyon” politikasına bıraktı ve olabileceğin en kötüsü oldu, toplumun bir bölümü kendini “gönüllü yurttaş” yerine “mecburi vatandaş” hissetti.
Bakın, bu iki kimlik örtüşüyorsa sorun yok, zaten bütün sorun objektif kimliği ile subjektif kimliği örtüşmeyenlerde yaşanıyor.
Şimdi bu Türkiyelilik kavramına farklı kesimlerden karşı çıkanların samimi bir tedirginliği var, o da Türklüğe halel gelmesi.
Türkiyeliliğin Türklüğü ortadan kaldıracağını, onu ikâme edeceğini düşünüyorlar.
Mesela, İlber Ortaylı şöyle demiş: “Yaptığın yoğurdun cinsine karar verememişken bizim cinsimize........
© Medyascope
