Barbaros Gökdemir yazdı: Yazın nazik filmleri ve ufuktaki Akademi Ödülleri yolculuğumuz
Geçtiğimiz hafta, yaz aylarında gösterime giren büyük bütçeli gişe filmlerini masaya yatırmıştım. Bu haftayı ise sezonun daha “nazik” ve “sanatsal” bulduğum filmlerine ayırmak istiyorum.
Açıkçası fena olmayan bir yaz sezonu geçiriyoruz ve her türden sinema seyircisine hitap eden geniş bir yelpaze var. Sonbahara doğru Paul Thomas Anderson, Darren Aronofsky ve Benny Safdie gibi iddialı yönetmenlerin merakla beklenen yeni işleri de vizyonda yerlerini alacak. O filmlere de zamanı geldiğinde değineceğiz.
Bu hafta aldığımız ve bizi mutlu eden bir sinema haberi de, yönetmenliğini Murat Fıratoğlu’nun yaptığı ve geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nden Orizzonti Jüri Özel Ödülü ile ayrılan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filminin, Sinema Genel Müdürlüğü tarafından 98. Akademi Ödülleri’nin En İyi Uluslararası Film kategorisinde yarışmak için aday adayı olarak seçilmesi oldu. Yazımın sonunda kısaca filmden ve adaylık hakkındaki görüşlerimden bahsedeceğim.
Herkese iyi seyirler dilerim.
The Materialists, 2025 yazının izlenmesi gereken önemli filmlerinden biri. İlk filmi Past Lives ile dikkat çeken Güney Koreli – Kanadalı yönetmen Celine Song, bu sefer romantik komedi türündeki yeni denemesi ile seyirci karşısına çıkıyor. Açıkçası, yönetmenin nasıl bir ikinci film yapacağını ve kariyerini nasıl yönlendireceğini epey merak ediyordum. Past Lives, yönetmenin etkileyici dilinin, iyi yazarlığının ve derin sinemasının habercisi niteliğindeydi. Öte yandan, yer yer içine kapalı, sessiz ve çekingen bir yapısı da vardı ki bu da her seyirciye uygun bir nitelik değildi.
Ancak Song, The Materialists ile hem ilk filminde yakaladığı “sanatsal” dilin ötesine geçebiliyor hem de seçtiği türün avantajlarını iyi değerlendirip çok daha büyük bir seyirci kitlesine hitap edebilen “popüler” bir sinemanın kapılarını aralayabiliyor. Yönetmenin şimdiden “Hollywood” kulislerinde, yeni ve modern “Nora Ephron” olarak yorumlandığını düşünüyorum.
Film, New York’ta lüks bir çöpçatanlık şirketinde çalışan Lucy’yi (Dakota Johnson) konu alır. Ona göre, çiftleri birbirleri ile eşlemenin birtakım matematiksel formülleri vardır: yaş, sosyal konum, ekonomi, kariyer, eğitim ve fiziksel özellikler bir kişinin flört dünyasında ne derece “değerli” olduğunu belirler. Müşteriler de bu kıstaslar üzerinden taleplerini dile getirirler; eşleşmeler, kâğıt üzerinde anlam ifade eden ama gerçek hayatta aslında çok da karşılığı olmayan bu bilgiler ile yapılır. Lucy de inandığı bu denklemi, hem aşk hayatında yaşadığı bir ikilemin hem de müşterisi ile yaşadığı talihsiz bir kazanın ardından sorgulamaya ve kendi hayatını tekrar düşünmeye başlar.
Bu şık, zarif ve komik filmi izlerken kendisinden önce yapılmış ve benzer türlerde dans eden When Harry Met Sally, Sleepless in Seattle ve Sex and the City gibi işleri düşünmeden edemiyorsunuz. Ama yönetmen hiçbir zaman klişelere yaslanıp türün arkasına sığınmıyor; türü yeniden yorumlayan, modern bir romantik komedi filmine imza atıyor.
Bol soslu Marvel filmlerine ara verip incelikle yazılmış karakterlere hayat veren Dakota Johnson, Pedro Pascal ve Chris Evans müthiş bir işçilik çıkarıyorlar.
Bu bir zombi filmi değil. Tekrar ediyorum; bu bir zombi filmi değil. Yanlış anlamayın, eğer zombi filmi izlemek istiyorsanız ve korku türünü deneyimlemek istiyorsanız, beklentileriniz sonuna kadar karşılanıyor. Ancak bu film, vadettiğinin çok ötesinde; türün içerisine gizlenmiş bir aile dramı, bir büyüme ve........
© Medyascope
