Aydın Selcen yazdı: Cunta demişler caudillo alınmış
Biraz tarihçe, az göstergebilim, epeyce bilgiçlik
Bonaparte da De Gaulle de Fransa’nın küresel siyaset kültürüne armağan ettikleri markalar. Cunta (“junta”) ve “caudillo” terimleri ise İspanya’nın (yahut iberiklerin?) siyaset dağarcığına yine küreselleşmiş katkıları.
Zamanında Atatürk dahil pek çok Osmanlı subayının da gençliklerinde Bonaparte’a özendiklerini biliyoruz. Yan giydiği süvari şapkası, paltosu, elini ceketinin iki düğmenin arasına sokuşu tarihe meraklı olmayanlar tarafından bile kolayca tanınır. Boyu 1.68 olan Bonaparte’a karşılık, 1.96’lık De Gaulle’ün de boyu, haşmetli burnu, kollarını iki yana açarak yaptığı konuşmalarla kolayca tanınan bir imgesi var.
“Fransa’nın son kralı” denilen De Gaulle’e de özenen çoktu. Her ikisine özenenler arasında karikatürleşenler de muhtemelen çoğunlukta. İkisinin de ortak özelliği genellikle depresif olan Fransızlara hayal kurdurmayı başarabilmelerindeydi. Bonaparte’dan geriye işgaller, savaşlar değil; yasalar ve modern devlet bürokrasisi kaldı. De Gaulle’den geriye kalansa bağımsızlığını tanıyarak Cezayir Savaşı’nı bitirişi, o uğurda atlattığı darbe ve suikast girişimleri ama en önemlisi ve hepsini kapsayansa V. cumhuriyet.
“Cunta” terimi çoğunlukla askeri olsa da sivillerden de oluşabilen ya da ikisi karışık da olabilen ama her hal ve kârda iktidara darbeyle el koyan dar bir konseyi tanımlıyor. “Caudillo” terimiyse çoğunlukla Güney Amerika ülkelerinde darbeyle başa geçen subaylar için kullanılıyor. Sözcüğe tanınırlık kazandıran 1939’dan 1975’e dek İspanya’yı yöneten Franco.
Bu gereğinden fazla uzun tutulmuş girizgâhı, CHP lideri Özgür Özel’in ses getirdiğine göre amacına ulaştığı yani başarılı olduğu belli “cunta” ithamı üzerine muhalefet çevrelerinden kimilerinin iştahla sürdürmeye kararlı olduğu semantik tartışmanın ne denli afaki olduğunu gösterebilmek için yaptım. Ve herhalde ister istemez biraz da “Biz de boş değiliz, biz de deriniz” (!) demek için.
Eh bir kere dümbeleklik yarıştırmaya girdik madem, atonal müziğin babası Schönberg de rahmet ister: Üstad, bir öğrencisinin çalışmalarını incelerken elindeki kurşun kalemin silgi ucunu gösterip, o ucun da kalemin yazmak için kullanılan grafit ucu denli değerli olduğu uyarısında bulunmuş. Konuşma yazarlarının, (aciz amadeniz başta) köşeyazarlarının da kulaklarına küpe olmalı.
Hamit Bozarslan hocamız günümüzün Erdoğan Türkiyesi için “rejim” terimini kullanmayı yeğliyor. Bu dönemin miladını -her nedense kendi kendimizi ikna etmek için durmaksızın yüksek sesle “başarısız” olduğunu yinelemek zorunluluğu hissettiğimiz- 2016 darbe girişimi tarihine sabitleyebiliriz. Mevcut rejimin yolu 15 Temmuz’da açıldı ve 2017 referandumuyla palas pandıras Rusya-Orta Asya esinli (o ara “Avrasyacılık” modası vardı ya) bir başkanlık rejimine geçtik.
“Rejim” terimini benimsemek, “rejim karşıtlığı” ve “rejim değişikliği” gibi türlü düşünsel kapıların açılmasını da kolaylaştırıyor. Türlü siyasal yönelimleri temsilen muhalefet, rejim karşıtlığında ve rejim değişikliği talebinde birleşebiliyor.
Eski rejim köhne bir ahşap köşk idiyse, yenisi de eskisinin yıkıntıları üzerine kurulu zevksiz bir gecekondu. Ortada öyle Alaeddin Keykubat’ın Konya surlarını andıran........
© Medyascope
