menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türk Kadını ve Devlet Aklı – Deniz Acaray Yazdı

8 4
08.03.2025

Annelik duygusu yaşayan her kadın bilir; bu duygunun ikame değeri yoktur. Biyolojik cinsiyet – toplumsal cinsiyet ayrımı üzerinden kadının maruz kaldığı şiddete odaklanarak yapılan çalışmalar ve bu bakış üzerinden oluşturulan kamuoyu; kadının anne olduğunda eriştiği değerin, anne olmayan veya olamayan kadınlara verilen değer ve duyulan saygının ötesine geçmesine itiraz üzerine temellendirilmektedir. Bu doğrultuda günümüzde yaygın hale gelen anlayış, kadının evlenme ve anne olma şartına bağlanmaksızın bir insan olduğu, birey olduğu, dahası hayatının öznesi olduğu kabulünden hareketle değer ve onur sahibi olduğunun kabul edilmesi gereğidir. Bir hukukçu olarak bu bakış açısının doğru ve adil olduğunu söyleyebilirim. Bununla birlikte; kadının bir özne, hayatının karar vericisi olarak yaşamını sürdürmesi ve özgürlüğü ekonomik bağımsızlık şartına bağlanmakla da, bu anlayış temelinden dinamitlenmektedir. Ekonomik bağımsızlık uğruna, kapitalizmin eriştiği endüstri 4-0 dünyasında ve kuşatılmışlığında çalışan ve düzenli bir gelir elde eden kadın, gerçekte ne kadar özgürdür? Ekonomik bağımsızlık, ona özgürlüğünü sağlayabiliyor mu? Ekonomik bağımsızlık uğruna özel hayatından ve mutluluğundan verdiği tavizlerin bedelini sadece kadın mı ödüyor?

Bir toplumdaki kadın – erkek ilişkileri, kadının toplumsal cinsiyet kuralları ekseninde geçen hayatı, erkek egemen aile yapısı da önemli birer kültür oluşturucudur. Özellikle tüm dünyada yaygın olarak gözlemlenen ama az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde daha çok göze batan olgulardan birisi, kadının siyasal katılımının düşük seyrettiğidir. Kendi hayatının dahi karar vericisi olamayan kadınların, üyesi bulundukları toplumun sorunları ve ihtiyaçlarının belirlenmesi ile çözüm uygulamalarının birer katılımcısı olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla kadın ve erkekten müteşekkil toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerinin ve sorunlarının sadece erkek bakış açısıyla ve erkek ağırlıkta bir kadro ile yine masküler bir üslupla belirlenmesi ve uygulayıcı irade olunması, işte o toplumun sorunlarının çözümünde ve ilerlemesinde fazla bir katkı sağlamayacaktır.

Örneğin; Fransız devriminde kadınların yoğun bir biçimde yer aldıkları, devrim döneminde Bastille ve Versailles’e yapılan saldırılara katıldıkları, devrim dışı güçlerin hücumlarına karşı koymak konusunda etkili oldukları tarihsel bir gerçek olmasına rağmen, 1789 yılında yayımlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde savunulan insan kavramına kadınlar dâhil edilmemiştir. Bu nedenle 1789 Bildirisi, erkek hakları demeci olarak da nitelendirilir. Devrimci Fransız kadınları bu eşitsizliğe karşı çıkmışlardır. Ollympe de Gouges, 1793 yılında bir kadın hakları bildirgesi yayımlamıştır. Bu demeçte; kadının hür doğduğu ve erkeklerle eşit haklara sahip olduğu vurgulanmıştır. Ancak bu girişim başarıya ulaşamamış ve Ollympe de Gouges Fransız devriminin terörü içinde ölümle cezalandırılmıştır. Kadın hakları mücadelesinin tarihsel gelişimi bu köşede yüzlerce yazıya konu olabilecek kapsamda ve derinliktedir. Ancak şu gerçeği........

© Medya Siyaset