Türk dış politikası: Monşerlerden “ne deve ne kuş” nesline…
Türk dış politikasının temel paradokslarından biri, II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen devlete yakın bürokratik elit ile 2000’lerde AKP’nin iktidara gelmesiyle başlayan “monşer tasfiyesi” arasındaki radikal kopuştur.
Bu süreç, yalnızca bir kadro değişiminden ibaret olmayıp, Türkiye’nin dış politika vizyonunun, araçlarının ve hatta dilinin yeniden tanımlandığı bir dönüşüme işaret eder. Ancak bu değişim, beklenenin aksine, daha tutarlı ve öngörülebilir bir diplomasi yerine, “stratejik derinlik” retoriğiyle maskelenen savrulmalara yol açmıştır.
Geleneksel Model: Akademinin “Milli Mesele”ye Hizmeti
Cumhuriyet’in erken dönemlerinden itibaret, dış politika elitleri büyük ölçüde Mülkiye kökenliydi ve bu kadrolar, akademiyle organik bir bağ kurmuştu. Akademi, özellikle Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi gibi kurumlar, diplomatik kadroların yetiştiği merkezlerdi. Bu durum, dış politikanın “milli mesele” etiketi altında, devlet merkezli ve uzlaşıya dayalı bir çizgide ilerlemesini sağladı. Akademi, bu süreçte ya resmi politikayı meşrulaştıran bir söylem üreticisi ya da devletin ihtiyaç duyduğu uzmanlığı sağlayan bir destek mekanizması rolünü üstlendi. Ancak, bu modelin en büyük zaafı, eleştirel düşünceyi değil, “devletçi refleksi” beslemesiydi. Diplomatların büyük çoğunluğunun aynı akademik çevrelerden yetişmesi, dış politikada bir tür ideolojik homojenliğe yol açtı. Bu durum, “Soğuk Savaş” döneminde göreceli işlevsel olsa da, 1990’lardan itibaren küresel sistemin karmaşıklaşmasıyla birlikte katı ve değişime dirençli bir yapı........
© Medya Günlüğü
