menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gençlerin Dinden Uzaklaşmasının Sebepleri

12 4
25.11.2025

Günümüzde gençlerin dinle bağlarının zayıfladığı sıkça dile getirilen bir olgudur. Bu sorun sadece değişen aile, kültür veya psikolojik nedenlerle değil; aynı zamanda modern eğitim sisteminin gençlerde oluşturduğu düşünce biçimleriyle de yakından ilişkilidir. Özellikle pozitivist ve ateist yönelimli eğitim, gençlerin din ile arasına mesafe koymasında önemli bir etken hâline gelmiştir.

Ailesi dindar olan gençlerde dinden uzaklaşma ve dinle bağlarının zayıflaması daha çok dikkat çekmektedir. Zamanında dini bağlılıkları güçlü, bu konuda mücadele vermiş, haklarından mahrum kalmış aileler kendi çocuklarının bu özgürlük ortamında dinden uzaklaşmalarına anlam verememekte ve oldukça üzülmektedir.

Gençlerdeki uzaklaşma çoğu zaman “kopuş” şeklinde değil; daha çok mesafe koyma, sorgulama, aidiyetin zayıflaması şeklinde görülmektedir. Gençlik dönemindeki sorgulama, ilerleyen yıllarda daha oturmuş, samimi bir inanca dönüşebiliyor. Özellikle aile içinde sevgi, merhamet ve hoşgörü varsa bu bağ daha da güçleniyor.

Bütün bunları güçlü şekilde analiz etmek için farklı etkenleri bir arada değerlendirmek gerekir.

Pozitivist–Ateist Eğitimin Etkileri: Nedenleri ve Yapılması Gerekenler

Bu eğitim, genç zihinlerde “bilim varsa dine gerek yok”, “dini açıklamalar bilimselliğe aykırıdır” ya da “maneviyat irrasyoneldir” gibi yanlış genellemelerin yerleşmesine sebep olabilir.

A. Pozitivist–Ateist Eğitimin Genç Zihinlerde Oluşturduğu Etkiler

1) Bilimi Dinin Alternatifi Gibi Sunması

Pozitivist eğitim yaklaşımında “gözlem, deney ve ölçülemeyen hiçbir şeyin gerçek olmadığı” fikri merkezdedir. Bu anlayış gençlerde şu yanlış inançlara yol açar: “Bilim varsa metafizik yoktur.” “Dinin anlattığı şeyler bilimsel değilse gerçek de değildir.” “Her şey madde ile açıklanabilir.” diye düşünebilirler.

Gençlere şu temel ilke öğretilmelidir: Bilim “nasıl” sorusunu, din “niçin” sorusunu cevaplar. Birlikte hakikatin bütününü oluşturur. Bilimsel bilginin dine aykırı olmadığı, aksine evrendeki düzene işaret ettiği anlatılmalıdır.

İnsanlık tarihi boyunca evrenin sırlarını çözme arzusu, hem bilimsel hem de dini arayışları beslemiştir. Bu iki alan, çoğu zaman birbirine rakip gibi görülse de, aslında farklı sorulara cevap arayan iki ayrı bilgi yoludur. Bilim, “nasıl?” sorusunu sorar; din ise “niçin?” ve “kim tarfından ?” sorularına yanıt verir.

Bilimsel bilgi değişkendir. Bilim, insanlığın evreni anlama çabasının en sistemli halidir. Ancak bu sistem, mutlak doğrulara değil; sürekli sorgulanan, test edilen ve gerektiğinde değiştirilen bilgilere dayanır. İşte bu yüzden bilimsel bilgi, diğer bilgi türlerinden farklı olarak yanlışlanabilir ve zamanla değişebilir.

Örneğin, yüzyıllar boyunca evrenin merkezinde Dünya’nın olduğu düşünülüyordu. Bu görüş, gözlemlerle desteklenmişti. Ancak Kopernik ve ardından Galileo’nun gözlemleri, Güneş merkezli evren modelini ortaya koydu. Böylece eski bilgi yerini daha doğru bir modele bıraktı.

Bilimsel bilginin temel özelliği yanlışlanabilir olmasıdır. Yani bir bilgi, deneysel olarak çürütülebilir olmalıdır. Bu, bilimin kendine duyduğu güvenin göstergesidir. Bir teori, ancak onu çürütebilecek deneylere açık olduğu sürece bilimsel kabul edilir.

Bu yaklaşım, bilimsel bilginin dogma haline gelmesini engeller. Bilim, “doğru” olduğunu iddia etmez; “şu anki verilere göre en iyi açıklama budur” der. Yeni bir veri geldiğinde, bilim bu bilgiyi gözden geçirir, gerekirse teorisini değiştirir ya da tamamen terk eder.

Bilimsel bilgi durağan değil, dinamiktir. Newton’un klasik mekaniği, yüzyıllar boyunca fiziksel olayları açıklamada yeterliydi. Ancak 20. yüzyılda Einstein’ın görelilik kuramı, bu bilgiyi genişletti ve bazı yönleriyle dönüştürdü. Bu değişim, Newton’un yanlış olduğunu değil, belirli koşullarda geçerli olduğunu gösterdi. Bu örnekler, bilimin değişen ve kendini sürekli yenileyen bir sistem olduğunu kanıtlar.

Bilimsel yöntem, gözlem ve deneye dayanır. Bir olayın nasıl gerçekleştiğini, hangi koşullarda ortaya çıktığını, hangi yasalarla açıklanabileceğini araştırır. Örneğin, evrenin oluşumunu açıklarken Büyük Patlama (Big Bang) teorisini ortaya koyar. Bu teori, evrenin yaklaşık 13.8 milyar yıl önce yoğun ve sıcak bir noktadan genişlemeye başladığını........

© Maarifin Sesi