menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kur’an’ın İlhamıyla Mahmut Kaya Hocanın Manzum Meâli

6 0
01.12.2025

Hz. Aişe Validemize sormuşlar: Peygamberimizin ahlakı nedir? O da gayet öz ve özet bir cevap vermiş: Kur’an’dır. (Müslim, Müsafirin 139).

Demek ki Kur’an-ı Kerîm, Rahmet Peygamber’inden itibaren hayata ve davranışa yansıyan bir kitap olup müslümanın hayatının ölçüsü, rehberi ve ilham kaynağıdır. Böyle olunca da herkes tarafından anlaşılması ve topluma anlatılması bir kat daha önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber hayatı boyunca Kur’an’ın okunmasına, öğrenilmesine ve ezberlenmesine son derece önem vermiş, İslam’ı seçmek ve öğrenmek isteyen topluluklara Kur’an hafızlarını öğretici olarak göndermiştir. O’nun vefatıyla birlikte sahabe aynı oranda Kur’an’a önem vermişler, Hz. Ebû Bekir döneminde Zeyd b. Sabit başkanlığında en iyi bilenlerden bir komisyon oluşturulmuş ve iki kapak arasına getirilip Mushaf’a dönüştürülmüştür. Aynı çalışma Hz. Osman döneminde bir kez daha yapılmış, bu kez çoğaltılarak ulaşılabilir olması için nüshaları çeşitli merkezlere gönderilmiştir.

Farklı dillerden birçok milletin İslam’a girmesiyle birlikte Kur’an’ın tercüme edilerek anlaşılması gündeme gelmiş, buna ilk olumlu ışık yakanlardan biri Ebû Hanîfe olmuştur. Onun bu görüşü samimi takipçisi Mâtürîdî tarafından desteklenmiştir. Ancak Mâtürîdî tercümenin geçerli olabilmesi için mananın tam yansıtılmasını şart koşmuştur. Zira o, Kur’an’ın lafız-mana bütünlüğü içinde inzâl olunduğunu savunmuş ve lafzı devre dışı bırakıp sadece manayı esas alan Batınîleri şiddetle eleştirmiştir. (Te’vilâtü’l-Kur’ân, Mizan Yayınları, VII, 447; VIII, 30; XVI, 297; XVII, 175).

Bununla birlikte İslam toplumunda “Yunanca ve Latinceye tercüme edilerek İncil’in başına gelen tahrif gibi olumsuz gelişme, Kur’an’ın başına da gelebilir mi?” sorusu bu konuda ciddi endişe olduğunun göstergesidir. Bu endişeyi gidermenin yolu Kur’an’ın kaynak ve dil birliğini korumaktır. Dilin korunması, lafız-mana bütünlüğünün bozulmamasıyla gerçekleşir. Ancak bir kesim bunun için lafza ağırlık vererek ilk inzal yeri olan Hicaz bölgesindeki manalarının korunması tarafında yer alırken, diğer kesim lafız-mana bütünlüğünü korumakla birlikte maksat ve maslahatın gözetilmesi tarafında yer almıştır. Bunların amacı, yapılacak yorumlarla diğer milletlerden İslam’a intisap edenlerin Kur’an’ı daha iyi anlamasını sağlamak ve te’vil yöntemiyle yanlış anlamaların önüne geçmektir. Ancak her iki kesimin müttefik olduğu husus, ana kaynak olan Kur’an’ın aslî diliyle muhafazasıdır. Bunu pekiştirmek için olsa gerek Ebû Hanife’nin önemli takipçilerinden Ebü’l-Leys es-Semerkandî, “Kur’an’ın tercümesinin imkânsızlığını” dile getirmiştir (Tefsîru’s-Semerkandî, II, 23). Buradaki imkânsızlık yorum ve meal anlamında tercüme değil, Kur’an’ın aslının yerine geçecek bir tercümedir. Zaten Kur’an’ın mana ve lafzıyla birlikte mucize kabul edilmesi, böylesi tercümenin imkansızlığının göstergesidir.

Tercümenin aslın aynısı olamayacağına dikkat çeken bir başka isim Zemahşerî’dir. O, tercüme konusunda Ebû Hanife’yi desteklemekle birlikte şöyle bir çekincesini ortaya koyar: “Bir kişi birden fazla dil öğrenip konuşabilir, ancak ana dilini konuşurken zihni önce manaya gider, sonradan öğrendiği dili konuşurken ise önce lafza ardından manaya gider” (Keşşâf, III, 377). Buna göre Kur’an’ın Arapça inzal olmasının hikmeti, hem Hz. Peygamber’in hem de ilk muhataplarının ana dillerinin Arapça olmasıdır. Nitekim bu ilk nesille birlikte Kur’an’ın uygulaması olan sünnet ile uygulamanın yerleşiklik özelliği kazanması anlamındaki icma oluşmuştur. Böylece sünnet ve icma ile korumaya alınmış Kur’an-ı Kerim’in Arap dışı milletlerin dillerine meâl (yorum) olarak çevrilmesinin bir........

© Maarifin Sesi