menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mehmet Akif Bey’in Kastamonu Nasrullah Vaazı

2 4
yesterday

“NASRULLAH” KÜRSÜSÜNDEN

Türk Milletine Hitap

Kastamonu 19 Teşrinisani(Kasım) 1336 (1920)

Cuma günü

Bismillahi-r-Rahmani-r Rahim

Ya eyyahe-llezine âmenu lâ tettehizu bıtaneten min dunikum la yelunekum habalen, veddu ma anittum, kad bedetil-boğdau min efvahihim vema tuhfi suduruhum ekber, kad beyyenna lekûm-ul-âyati in küntüm ta’kilum.

TERCÜMESİ

(Ya eyyuhellezîne âmenu) Ey iman etmiş olanlar, ey müslümanlar, içinizden olmayanlardan, size yabancı kimselerden dost ittihaz etmeyiniz. Âyeti celileki (bitane) içli dışlı görüşülen, kendisine her türlü sırlar emanet edilen samimi dost, yarıcan, arkadaş, mahremi esrar manalarınadır. Öyle bitane ki (la ye’lünekum habalen) sîzlere karşı mazarrat ika etmekten, aranıza fitneler, fesadlar sokmaktan hiç bir vakit geri durmazlar. Ellerinden gelen fenalıkların hiç birini sizden esirgemezler. (veddu ma anittum) Sizin sıkıntılara, musibetlere, felâketlere uğramanızı isterler. (Kad bedetil-bağdau min efvahiİim) görmüyor musunuz, hakkınızda besledikleri düşmanlık ağızlarından taşıp dökülüyor. (ve ma tuhfi sudurahum ekber) bununla beraber yüreklerinde, sinelerinde gizlemekte oldukları kinler, garezler, husumetler, o bir türlü zabtedemeyip de ağızlarından kaçırmakta oldukları adavetten çok büyüktür, çok şiddetlidir. (Kad beyyenna lekum ul âyeti in kuntum ta’kilun) bizler size her biri ayni hikmet, mahzı ibret olan âyetlerimizi böyle sarih bir surette bildirdik. Eğer sizler akı karadan, iyiyi kötüden seçer, hayrını, şerrini düşünür aklı başında adamlarsanız bu hikmetlerin, bu ibretlerin muktezasınca hareket ederek, hem dünyada, hem ukbada felâh bulursunuz.

TEFSİR

Ey Müslümanlar, sizin için bu âyeti celileye ittibadan başka selâmet yolu yoktur. Takib edilecek hattı hareket, düstur-u siyaset tamâmile bu âyeti celilede mündemicdir. Binaenaleyh meali ulvisini bir kere de toplayıp ifade edelim. Cenabı hak buyuruyor ki:

— Ey müminler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiç bir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize mahremi esrar, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz. Bunların sureti haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felâketinizden, izmihlalinizden, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki bir türlü zaptedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Halbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kabili kıyas değildir, ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün hakikatleri, âyatı celîlemizle sizlere açıktan açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz, Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer dareynde zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz bizim âyatı celilemizin gereğince hareket ederek felâh bulursunuz.

Bu âyeti celile surei Âli İmrandadır. Surei Tevbede de “Ey müslümanlar, Cenabı Hak içinizden hak yolunda mücahedede bulunanları, Allah ile onun resuli muhtereminden, bir de müminlerden kendisine dost ittihaz etmeyenleri görmedikçe sizler öyle başıboş bırakılacak mısınız, zannediyorsunuz?”

Bu iki âyeti celileden başka diğer âyatı kerime daha vardır ki, hep ayni ruhtadır.

★ ★ ★

Ey camaati müslimin! insan için kendi aleyhine bile çıksa hakkı, hakikati söylemek lâzımdır. Ben de bir zamanlar Kitabullahı tilave’t ederken bu gibi âyetı celileye geldikçe “acaba sair milletlere karşı bir az şiddetli davranılmayor mu? Yabancılar hakkında daha merhametli olmak icab etmez mi idi?” gibi düşüncelere dalardım. Vakıa bu hatıraların sırf şeytanî vesveselerden başka bir şey olmadığını bilirdim. Lâkin velev şeytani olsun, o düşünceleri içimden söküp alıncaya kadar hayli mücahedelere mecbur kalırdım. Acaba bu vesvesenin menşei ne idi? Burasını araştıracak olursak işi bir az tabiî görürüz. Öyle ya, gözümüzü açtık, Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkârı umumiyesi nakaratından başka bir şey işitmedik. Kiminin adaleti, kiminin hamiyeti, kiminin dehası, kiminin terakkiyatı kulaklarımızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu heriflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk. Edebiyatları, hele edebiyatlarının ahlâkî, insanı, içtimaî mevzuları pek hoşumuza gitti. Müelliflerin kıymeti ahlâkiye ve insaniyelerini, eserlerile ölçmeye kalkışdık. İşte bu mukayeseden itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye başladık. Bu adamların sözlerile özleri arasında asla münasebet, müşabehet olamıyacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyup yazanlarımızın çoğuna ârız olan bu hata bir zamanlar bana da musallat oldu. Bereket versin ki yaşım ilerledi, tecrübem arttı; hususile Avrupayı, Asyayı, Afrıkayı dolaşarak Avrupalı dediğimiz milletlerin esaret altına, tahakküm altına aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gadri, hakareti gözümle görünce artık aklımı başıma aldım. Demin söylediğim şeytani vesveselere kapılmış olduğumdan dolayı Cenabı Hakka tevbeler ettim.

Dünyada Avrupalıları bihakkın anlayan ve anladığını da iki cümle ile hülâsa edebilen bir müslüman varsa o da eazimi ümmetten fazılı mağfur Hersekli Hoca Kadri Efendi merhumdur. Âlemi İslâmın en fedakâr, en faziletli erkânından Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa bir gün musahabe esnasında demişti ki:

— Hoca Kadri Efendiyi zaten Mısır’dan tanırım. İrfanına, uluvvi cenabına hayran olurdum. Bir aralık Fransa’ya uğramıştım. Paris’de ilk işim bu muhterem müslümanı ziyaret oldu. Kendisile bir az hoş beşden sonra dedim ki:

— Hocam! senelerden beri burada oturuyorsun. Şarkın, garbın ulûmuna, funnununa cidden vakıf bir nadirei fıtratsın. Yakinen gördüğün şeyler tabiidir ki tecrübeni, görgünü, arttırmıştır. Öğrenmek isterim, Avrupalıları nasıl buldun?

— Paşa! Bu adamların güzel şeyleri vardır. Evet pek çok güzel şeyleri vardır. Lâkin şunu bilmelidir ki o güzel şeylerin hepsi, evet hepsi yalnız kitaplarındadır!

Hakikat, hoca merhumun dediği gibi Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki terakkileri inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyatdaki bu terakkilerile ölçmek kat’iyyen doğru değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı. Fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır.

Bunların bütün insanlara, bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husumetleri vardır ki, hiç bir suretle teskin edilmek imkânı yoktur. Sureta dinsiz geçinirler. Hürriyeti vicdan diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları taassubla itham ederler dururlar! Heyhat. Dünyada bir mü’teassıb millet varsa Avrupalılardır, Amerikalılardır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da bizleriz.

★ ★ ★

Ey camaati müslimin! Bilirim ki bu sözlerim sizin senelerden beri avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize biraz aykırı gelecektir. Onun için bir iki misal getirmek icap ediyor:

Bilirsiniz ki bizim harbi umumiye girmemizden en çok müstefid olan bir millet varsa o da Almanlardı. Şunu ihtar edeyim ki ben bu kürsüde harbi umumiye girmek mi lâzımdı, girmemek mi evlâ idi, girmeden durabilir mi idik, bir az daha geç mi girmemiz muvafık idi? gibi meselelerin hiç birini mevzuubahis edecek değilim. O benim sadedimin, salâhiyetimin haricindedir. Ortada bir vak’a var ki biz Almanlarla birlikde olarak harbe girdik. Yüzbinlerce şehit verdik. Yüzbinlerce hanuman söndü. Milyonlarca sâmân kaynadı gitti. Şimdi Almanlar için ne lâzım geliyordu? Ne yapacaklardı? Şüphesiz bütün dünyanın, bütün dünyadaki milletlerin kendilerine ilânı harp ettikleri bir zamanda böyle yegâne müttefikleri olan bizleri sinelerine basacaklar, bütün gazetelerile, bütün kitaplarile, bütün ediplerde, bütün muharrirlerde bizi alkış, teşekkür tufanları içinde boğacaklardı. Heyhat! Bu umumî harbin ilk senesinde ben mühim bir vazife ile Berlin’e gitmiştim. O aralık Almanya hükümeti bize dedi ki:

— Bizim meclisi mebusanımızdaki bilhassa katolik meb’uslar kıyamet koparıyorlar: Almanlar gibi mütemeddin, rnütefennin bir millet nasıl oluyor da müslümanlar gibi, Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için zül değil midir?… diyorlar. Aman, makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Tâki müslümanlığın da bir din, müslümanların da insan olduğu bunların nazarında taayyün etsin!

Almanya hükümeti haklı idi. Çünkü Alman milleti nazarında müslümanlık vahşetten, müslümanlarsa vahşilerden başka bir şey değildi. Onların gazetecileri, romancıları; hele müsteşrik denilip de şark lisanlarına, şark ulûmu fünûnuna, şark ahlâk ve âdatına vâkıf geçinen adamları mensup oldukları milletin efkârını asırlardan beri bizim aleyhimize o kadar müthiş bir surette zehirlemişlerdi ki, arada bir anlaşma, bir barışma husulüne imkân yoktu. Biz o sırada kendimizi onlara tanıtmak için, tabii elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamamile muvaffak olduğumuzu asla iddia edemem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş bir takım kanaatler hakkı görmelerine mani oluyor.

Harp esnasında, bilirsiniz ki Almanya imparatoru İstanbul’a gelmişti. Biz safderun müslümanlar halifenin müttefiki sıfatile o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda bulunacağımızı şaşırdık. Bu şaşkınlıkda o kadar ileri gittik ki darülhilâfenin, yani İstanbul’un minarelerini kandil gecesi imiş gibi kandillerle donattık. Alman dostluk yurdu binası kurulacak denildi, bol keseden bir kaç camimizi heriflere peşkeş çektik. Ha! Gelelim bizim bu gibi fedakârlıklarımıza karşı gördüğümüz mukabeleye! Düşmanlar Kudüsü bizim elimizden gasbettikleri zaman bu felâket harbi umumi üzerine büyük bir tesir ika etmişti. Yani Filistin cephesinin bozulması muharebe terazisini düşmanlarımızin tarafına epeyce eğdirmişti. Binaenaleyh müttefikimiz olan Almanlarla yine Almandan başka bir şey olmayan Avusturyalıların bu işten bizim kadar müteessir olmaları icab ederdi. Ey camaati müslimin! İşe bakın ki Kudüs, velev ki ingilizlerin eline geçmiş olsun, velev ki bu memleketin düşman eline geçmesi, bu cephenin bozulması yüzünden muharebe bizim hesabımıza kaybolsun, tek müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da hasmımız da olsa dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin, diyerek Viyanalılar şehrâyin yaptılar. Evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan elektrik fenerlerini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Artık taassubun hangi tarafta, hürriyetin, müsamahakârlığın hangi tarafta olduğunu bu misallerle de anlamazsanız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur.

★ ★ ★

Avrupalıları, Amerikalıları dinsiz derler. Size bir hakikat daha söyleyim mi? Dünyada din ile en az mukayyed olan bir memleket varsa o da bizim memleketimizdir. Bugün cuma olduğu halde Kastamonu’nun en şerefli bir camiinde, görüyorsunuz ya, kaç saflık cemaat bulunuyor! Dünyanın en mamur, en yeni memleketi olan Berlin’de pazar günü büyük kiliseler hıncahınç dolar. Hem kiliseleri dolduran cemaati avamdan ibaret zannetmeyiniz. Bütün zenginler, milletin münevver dediğimiz tabakasına mensup adamlar, temiz temiz giyinmiş halk bu cemaati teşkil eder. İngiltere’ye gittiğiniz takdirde şayet cumartesi gününden etinizi, ekmeğinizi tedarik etmezseniz pazar günü aç kalırsınız. Çünkü kıyamet kopsa dinî bir gün olan pazar günü hiç bir dükkânı açtıramazsınız. İngilizler duasız sofraya oturmazlar, duasız sofradan kalkmazlar.

Rumeli zenginlerinden bir adam tanırım, ki ziraat tahsili için bir oğlunu Amerika’ya göndermişti. Çocuğun kendi ağzından işittim.

Diyor ki:

— Memleketin acemisiyim. Lisanlarını lâyıkile bilmiyorum. New-York’ta, bir otelde bulunuyorum. Gece canım sıkıldı. Oturduğum odada bir piyano vardı. Azıcık tıngırdatayım dedim. Sazın perdeleri üzerinde parmaklarımı hafifçe gezdiriyordum. Aradan iki üç dakika henüz geçmemişti ki odanın kapısına yumruk inmeye başladı. (Ne oluyoruz? diye kapıyı açtım. Bir de baktım ki otelcinin karısı hiddetinden ateş kesilmiş, bana alabildiğine söğüyordu. Karı benim ne barbarlığımı, ne saygısızlığımı, ne ahlâksızlığımı, hülâsa hiç tutar bir yerimi bırakmadı. Meğer o gece Hristiyanların eizzesinden, yani velilerinden birisinin gecesi imiş. Geceyi o veliye hürmeten ibadetle geçirmek icap edermiş! Piyano çalmak maazallah küfür derecesinde günahmış! Artık karıya memleketin acemisi olduğumu, bu hatanın benden kasdım olmaksızın sadır olduğunu anlatıncaya kadar akla karayı seçtim. –

Ey camaati müslimin! Bizim diyarda cuma namazı kılınırken tavla şakırtıları, sarhoş nareleri duyulduğu nadir vakalardan değildir, zannederim.

Görüyorsunuz, herifler dinlerine nasıl sarılmışlar, asabiyeti diniye meselesinde ne kadar ileri gitmişler! Bu da sebep-siz değil. Çünkü onların doğar doğmaz beşikte, bir az büyüyünce eşikte dini, millî telkinat ile kulakları dolar. Yabancılara karşı husumet, adavet hisleri her fırsattan bilistifade kendilerine verilir. Kendi cinslerinden, kendi dinlerinden, kendi renklerinden olmayan mahlûkatı beşeriyenin insan sayılamayacağı, bunların kafalarına iyice yerleştirilir. O sebepten bunların, bir şarklıyı, hele bir Müslümanı sevmesine imkân yoktur. Ressamları, meydana getirdikleri türlü türlü resimlerle, şairleri şiirlerle, hikâyecileri gayet meharetle yazılmış romanlarla, siyasileri gazetelerle hep onların bu hislerini canlandırır dururlar.

★ ★ ★

Anlıyorsunuz ya, biz nasıl yetişiyoruz, onlar nasıl yetiştiriliyor? Bu heriflere karşı olan duygumuzu hiç bir vakit onların ilimlerine, san’atlarına sıçratmamalıyız. Çünkü medeniyetin bu kısımlarında onlara uymazsak yaşamamıza, milletimizi yaşatmamıza imkân yok.

Biz Müslümanlar bin tarihinden itibaren çalışmayı bıraktık. Atâlete, ahlâksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğine terakki ettiler. Görüyorsunuz ki denizlerin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Havalarda ordular dolaştırıyorlar. Madem ki vatanın müdafaası farzı ayındır, bu farzın mütevakkıf olduğu esbabı elde etmek farzdır; O halde onların kuvvet namına neleri varsa hepsini elde etmek için çalışmak hepimize farzı ayadır. Ne hacet! (Ve eiddu lehum mesteta’tum min kuvvetin = Düşmanlara karşı ne kadar kuvvet tedarik etmeye, hazırlamaya imkân bulursanız derhal hazırlayınız) emri İlâhisi sarihdir. Şüpheye, düşünmeye, taşınmaya mahal yoktur. O halde ne yapacağız? Aramıza sokulan fitneleri, fesadları, fırkacılıkları, komitecilikleri, daha bin türlü ayrılık gayrılık sebeplerini ebediyen çiğneyerek el ele, baş başa vereceğiz. Birden çalışacağız. Çünkü bugün dünyanın, dünyadaki hayatın tarzı büsbütün değişmiş. Yalnız başına çalışmakla bir şey yapamazsın. Toplar, tüfekler zırhlılar, şimendiferler, limanlar, yollar, tayyareler, vapurlar, elhasıl düşmanları bize üstün çıkaran, yarım milyar Müslümanın bir kaç milyon........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play