menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dr. Öğr. Üyesi Emrullah Kılıç: Necmeddin Tozlu Felsefesinde Düşünme Sorunu

3 0
27.03.2024

Düşünme faaliyeti esasında karşılaştığımız ikircikli durumlarda açığa çıkan bir faaliyettir. Düşünmek en temelde bir yol ayrımıdır.

Nasıl düşünüleceğine dair pek çok yaklaşım söz konusu olsa da birinin diğerine üstünlüğünü kesin olarak söylemek mümkün değildir. Ancak bu düşünme yöntemleri betimlenebilir ve diğerlerine göre neden üstün olduklarını ortaya koymaya dair çabalara girilebilir. Pürüzsüz bir faaliyet olmayan düşünme kendiliğinden tutuşup açığa çıkan bir faaliyet de değildir. Olup biten pek çok şey karşısında insanoğlunun çıkış yolu araması ile başlayan düşünme, en ilkelinden en gelişmişine kadar insanın ihtiyacını gidermeye, olay ve olguların makul sebeplerini anlamaya yönelik olmuştur. Düşünme ilişkileri belirleme sürecidir. Bu bağlamda düşünce eski ilişkileri bulup gün yüzüne çıkarma etkinliği değildir (Dewey, 2022: 15, 87). Düşünme, sanıldığı gibi bir çırpıda açığa çıkan bir hadise olmayıp meşakkatli bir yolculuk ve arayışın kendisidir. Buradan hareketle insanın “düşünüyorum” dediğinde salt bir şeyi düşünmekten öte bir kavrayış ve buna bağlı bir dünya görüşü ve yaşantıya da göndermede bulunduğunu fark etmemiz gerekir. Söz konusu farkındalık ise bizi düşünmenin kendi içinde bitimsiz aşamalarının olduğunu ve bu aşamaların da düşüncenin talep ettiği unsurlarla ve yaşamla ilişkisel sonuçları olduğuna götürür. Kendi zamansal ve mekânsallığına referans ile gerçekleşen düşünme düşünürün düşünüşünden pay alır. Düşünür, söz konusu payın sorumluluğu çerçevesinde gereğini yerine getirebilecek insanların mevcudiyetine ve o insanların bağlı oldukları medeniyet ufkuna gönderme yapar. Zamansal ve mekânsal olanda- durarak- meydana gelen düşünme faaliyeti üstü örtük olan şeyin açığa çıkarılması hadisesi olarak da görülebilir. Söz konusu açığa çıkarma faaliyeti eğitim ve kültürün içerisinde sözcükler ve dilin gerçeklikle ilişkisine bağlı olarak yeni yaşama formları üretme teklifleri ile de çok katmanlı bir yapıya bürünür.

Düşünme yukarıda da ifade edildiği gibi düşünürün yaşadığı çağda kendi kültürünü, dilini, kendi kavram haritasını, kendi kaygı ve deneyimiyle anlamlandırdığı bir dünyayı resmeder. Dolayısıyla düşünme düşünürün kendi mizacı ve idraki doğrultusunda dünyaya yönelmesi ve oradan anlamlar zinciri oluşturmasına karşılık gelir. Bu bağlamda düşünmenin bir ürünü olan bilgi de evrensel ve zorunlu bir bilgi olmaktan çok yerellik ve olumsallıkla ifade olunur. Yerellik ve olumsallığa dayanan bilme anlayışı ise her türlü düşünceyi faydalanılabilir bir zemine, dolayısıyla deneyime taşır. Söz konusu durum ise düşünmenin en önemli özelliğinin yaşantıya dönüşen bir niteliğe sahip olmasını fark etmemizi ve buna uygun hareket etmemizi gerektirir. Böylece deneyimlerimizi kendi gerçekliği içinde açılımlayarak hayatın aktüel akışını mümkün olan en geniş ve asli çerçevesinde ele alma ve bu doğrultuda şahsiyetler üzerinden bir inşa faaliyetine dönüştürme imkanına kavuşabiliriz. Düşünmeye bağlı söz konusu inşa varoluş ile iç içedir. Varoluşu da sadece ratio’dan ibaret görmemek, mümkün olan bütün farklı boyutlarıyla anlamak, kognitifliğe hapsetmemek gerekir. Bu bağlamda düşünme çoğu zaman bir medeniyet ufku, dünya görüşü ve buna bağlı insan ve eğitim modeli perspektifinde hayat bulur. Söz konusu perspektif yakın dönem Türk düşüncesi açısından oldukça önemli tartışmalara sahne olmuştur. Yakın dönem düşünce tarihimizi belirleyen eski-yeni, gelenek-modernlik, doğu-batı, din-bilim, Batılılaşma-teknoloji-ahlak, eğitim-kültür vb. konulardaki tartışmalar Türk modernleşmesi sorununu da kapsayacak biçimde yapılagelmiştir. En derininde insan, toplum, ahlak, kültür ve medeniyet anlayışı çerçevesinde şekillenen söz konusu düşünme süreçleri nihai anlamda düşünmenin varoluşu ortaya koymada etkin bir güç olduğunu fark eden ve insanın daima düşünmeden pay alacağını bilen düşünürler tarafından son derece dinamik biçimde yürütülmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda başat rol oynayan düşünme sorunu, nasıl düşünüleceğine dair usul tartışmalarını da beraberinde getirmiş ve nihai anlamda tartışmaların ekseriyeti eğitim ve düşünme eğitimi ile ilişkili olarak cereyan etmiştir.

Eğitim felsefecisi olarak bilinen Tozlu, Türkiye’deki düşünme, düşünme eğitimi ve eğitim ile ilgili hususlarda önemli çalışmalarda bulunmuştur. Tozlu, söz konusu bağlamda Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nde felsefî değerlendirmeler yapan az sayıdaki düşünürlerimizden biridir. Çağın ve medeniyetin karşılaştığı sorunlara da vakıf olan Tozlu’nun önerdiği çözüm önerileri de yine insan ve onun iyi yetişmesine matuftur. Önerilerini de bir zihniyet çerçevesinde ortaya koyan Tozlu’nun arayışının, Türk düşüncesi ve buna bağlı eğitimini de kendi asli malzeme ve imkanlarımızla yeniden inşa arayışına yönelik bir girişim olması bakımından önem arz etmektedir. Yukarıda ifade edilen hususlardan hareketle çalışmamız öncelikle yakın bir dönemde kaybettiğimiz Tozlu’nun felsefesi bağlamında düşünme ve onunla ilişkilendirdiği sorunlara odaklanmayı amaçlamaktadır. Günümüzde daha çok katı rasyonalitenin yörüngesinde inşa olunan düşünmenin yol açtığı krizler düşünüldüğünde, Tozlu’nun varlık kategorilerine bağlı olarak ortaya koymaya çalıştığı felsefesi ve buna bağlı düşünme metodunun hayatın asli ve aktüel durumlarına vereceği ufkun önemli olduğunu ifade edebiliriz.

Varlık İçinde Yer Bulmak: Düşünmek

Tozlu’nun bütün felsefi görüşlerinde insan ve insanı önceleyen bir ahlaki bir düşünceyi öncelediğini ifade edebiliriz. İnsanın düşünme yetisini değer duygusuna bağlı inşa etmeye çalışan Tozlu için düşünme öncelikle ahlâka dökülmelidir. Ahlak, varoluşu değiştirecek, o düşünmeye uygun bir yaşantı halidir. Başka bir ifadeyle Tozlu açısından düşünme, deneyimlerimizi medeniyet ufkumuz içinde serimleyen; hayatın aktüel, daha geniş ve asli durumlarına yön veren ve buna bağlı olarak şahsiyetleri “inşa eden” faaliyeti temsil eder. İnsanın metafizik boyutunun da devrede olmasını içeren söz konusu inşa ile insanın özgürleşmesi sağlanabileceği gibi değersizleştirilmesinin de önüne geçilebilir. Bu bağlamda Tozlu şahsiyeti inşa edecek düşünce eğitimine de büyük önem verir. Ahlaki duyarlılıklar ile işleyecek bu süreç insanı aynı zamanda özüne yaklaştıracak bir süreçtir. Onun düşüncesinde söz konusu öze uygun temsilin ya da insan modelinin zirvesi ise insan-ı kâmildir. Dolayısıyla düşünce ve eğitimin temel gayesi de bu insanı yetiştirmektir. Kâmil insan ne dünyadan sırt çeviren ne de onu sırtlayan insandır. İyiyi, güzeli üretmeyi amaç edinen söz konusu insan adeta kuşandığı zırhla, günümüz hâkim düşüncesinin ürettiği bir başka ifadeyle modern dünyanın, modern eğitimin yetiştirdiği, teşvik ettiği insan tipinin hırsına, acımasızlığına, bencilliğine karşı feragati, aşkı, ideali, adaleti, duyarlılığı çoğaltan, insanın insanlığını ve ruhunu yeniden kazanmasının yolunda düşünen, emek veren insandır. Böyle bir insanı inşa etmek için de gereken bir usul gerekir. Fakat bu yöntem çağdaş eğitimin yegâne yol ya da tek gerçek olarak görülen bilimsel yöntemden uzaktır. Bu yöntem insanı fiziksel ya da matematiksel olarak tek boyutla tanımadığı için yetersiz kalır ve insanı bütünlüğü içerisinde kavrayamaz (Tozlu, 2014a: 152). Temelde varlığın birliği esasına “Tevhid” e dayalı bir diyalektik ile inşa edilecek düşünceyi önceleyen Tozlu’ya göre insanlığın bunalımını aşmak mümkün olabilir. Bu bağlamda sûfi öğretiler dahil olmak üzere sünnet ve Kur’an’i bakışını içeren görüş onun düşüncesinin zeminini oluşturur (Tozlu, 2014b: 234). Bu anlayışla insanı, bilgiyi, dış dünyayı ve bunlara bağlı biçimde kurulacak sistemin hem içerimi hem de yönünü tayin eder. Bu bakımdan metot sadece bir teknoloji değildir. Metot, insanın çağdaki konumu üzerine odaklanan, neyi niçin yapmamız ve öğretmemiz gerektiğine dair bir felsefedir (Tozlu, 2014b: 242-243).

Tozlu, bugün yaşadığımız pek çok problemin nedeni bu insanı yetiştirecek düşünce gücümüzü, tefekkürümüzü ve kurumlarımızı kaybetmiş olmamıza bağlar. Çünkü düşünce bitince; “yapma, var etme, kurma ve geliştirme de biter. Böylece insan ve toplum statikleşir, zaman dışı kalır.” Batı düşüncesinin halihazırda elde ettiği gücü tek bir nedene indirdiğimizde bunun tefekkür gücü olarak ifade eden Tozlu’ya göre düşünebilen bir toplum, millet kendini de tabiatı da başka dünyaları da okumasını bilir. Özgün bir bilim üretebilir. Düşünmeyi kaybeden kendini de kaybeder. Kendilerine has bir bilim paradigması kuramayan, kurumlarını oluşturamayan, doğayı farklı bir şekilde okuyamayan bir medeniyet gayesine ulaşamaz. Bunun için yapılması gereken kendi insan, toplum ve medeniyet tasavvurlarına uygun özgün bir düşünce modeli ortaya koymaktır (Tozlu, 2014a: 151).

Düşünmeyi ve bu amaca matuf eğitim felsefesini geniş bir soruşturmaya tabi tutan Tozlu bu doğrultuda öncelikle ilkesel olarak bazı önerilerde bulunur. Ona göre ayağımızı bastığımız mekân ve baktığımız ufuk ile doğrudan bağlantılı olan felsefi düşüncenin ve ilk basamağı “kapsayıcılık”tır. Kapsayıcılık, hem kendimizi bütün boyutlarıyla ele almayı hem de yenilikleri, değişiklikleri yani dışımızdaki dünyayı kapsamayı, bilmeyi içerir. İkinci olarak; felsefe sadece kültür, eğitim, sanat, dil vs. üzerine yapılanmamalı, “aşkın”ı içermelidir. Bu bağlamda eğitim felsefesinin önemli bir alanı da metafizik alan olmalıdır. Üçüncü ilke “sorgulama” ilkesidir. Sorgulama bir idrak işi olup derinliğine anlamayı içerir. Tozlu’ya göre sorgulama hürriyet ve şahsiyetin de ölçüsü olduğu gibi yıkmanın ve yapmanın da vaz geçilmez bir boyutudur. Dördüncü husus “hayatilik”tir. Bu yüzden felsefe bütüne, tümüyle insanî olana yönelmek durumundadır. Varoluşun tüm alanlarına yayılmak, onu kucaklamak zorundadır. Bu ilke aynı zamanda saf teorik bir anlayışla yetinme olmayıp insanın tüm boyutları, ilişkileri insan-insan, insan-tabiat ve insan-Allah ilişkileri olarak oldukça geniş bir perspektifi içerir. Beşinci ilke birleştiricilik-evrensellik, “Tevhit ilkesi” olup diğer tüm bağlılıkları iptal ederek insanı Allah’a bağlayarak özgürlüğü sunan ilkedir. Son olarak insanı diğer varlıklardan ayıran “ideal” karşımıza çıkar. Tozlu’ ya göre insanın idealist oluşu diğer varlıklardan farklı olarak kültür ve medeniyete ulaştırmıştır ve insanlık yükselişini bu ilkeye borçludur (Tozlu, 2014a: 158-161).

Düşünmeyi varlıkla ilişkilendiren Tozlu, düşünmeyi; “boşlukta kalmaktan kurtulup varlık içinde kendine yer bulmak” olarak ifade eder. Bu bağlamda Tozlu düşünme eğitimine de büyük önem verir. Düşünme eğitiminin ne olduğu ve neyi öğrettiğini sorgulayarak odaklanılması gereken yere doğru bir hedef belirler. Düşünmenin ne olduğunu mu, nasıl düşüneceğimizi mi yoksa düşünmenin yollarını mı? gibi sorular onun soruşturmasının güzergahını belirler. Tozlu bu doğrultuda bir tablo ortaya koyar ve düşünme eğitiminin çerçevesini “bilgi, değer ve şahsiyet kazanımı, eleştirel ve yaratıcı düşünebilme becerisi ve bütün bunlarla kazanılan ‘otantisite’ değeri” olarak belirler. Eğer düşünce yoksa orada ne yaratıcı bir düşünce ne de buna bağlı olarak şahsiyet inşa edilebilir (Tozlu, 2014c: 15). Çünkü Tozlu için şahsiyetin inşası ancak özgürleşme ile mümkündür. Bu bağlamda özgürleşmenin koşulu da zihinsel ve ruhsal özerliktir.

Düşünmeyi belli aşamalara bağlayan Tozlu için birinci aşama: “bilgilenme” aşamasıdır. Bu doğrultuda bir yöntem de tayin eden Tozlu, bu yöntemi takip eden herkesin rahatlıkla bilgiye ulaşabileceğini ileri sürer. Bu konuda oldukça hassas bir tutum sergileyen Tozlu’ya göre bilgi sistemi erişime açık ve şeffaf olmalıdır. İnsanların bilgi ile kurduğu irtibatın garantörü olan bu yöntem “milli bilgi sistemi” olarak ifade bulur. Bu sistem aynı zamanda düşünmenin sağlığına hem de bu doğrultuda üretilecek duygu ve değerlerin açığa çıkması için zorunludur. Bu sistemin nihai amacı ise her türlü bağlılık ve kölelikten kurtulup özgür şahsiyetleri inşa edebilmektir (Tozlu, 2014c: 13). Bu sistem aynı zamanda ideal bir ahlakı içinde barındıran sitemdir. İnsanı sorumluluk sahibi “ahlak adamı” olarak gören Tozlu, ancak ideali olan insanlar ve toplumların ruhlarıyla ideallerini besleyip uğrunda mücadele verebileceğini belirtir. Bu nedenle Tozlu, ahlaki bir benliği ve toplumu hem inşa etmek hem de sürdürülebilir kılmanın ancak ahlaki değerlerin içerisine dahil edildiği milli bir bilgi sistemle olabileceğini savunur (Tozlu, 2003b: 248-49).

Tozlu, düşünme hususunda çoğulcu bir yöntem ile hareket edilmesi gerektiğini ileri sürer. Bu anlamda bilimsel yöntem adına sürekli horlanan gelenek, bilgi ve düşünce formlarımız yeniden ikame edilmeli, ilaveten değerlerimiz benimsenmelidir. Ona göre metot her şeyden önce bir zihniyet meselesidir (Tozlu, 2003a: 81). En mühim mesele insan olduğundan metot, kültür ve inanç alanlarını insanı kucaklayacak biçimde çoğulcu olmalıdır. Bu bağlamda metot her zihin için uyulması gereken kati bir kılıf olmamalı bir başka deyişle tiranlığa dönüşmemelidir. Metot, insanın tüm güçlerini hesaba katmalı, insana tüm yol ve yönlerden ulaşabilmelidir (Tozlu, 2003a: 84-85). Bilimsellik adı altında belirli bir metotla düşüncenin bloke edilmesi ve değişmez kurallara bağlanması bilimsel açıdan yetersiz olduğu gibi tarihin akışına da aykırıdır. Nitekim bilimsel düşünce ve metot adına otoriter bir kip olarak ortaya çıkan nihai kesinlik arayışları insanın Varlık ile bağının kopmasına ve sonunda Varlığın gerçek anlamının unutulmasına neden olmuştur (Heidegger, 2003: 20-21). Özellikle 17. yüzyıldan yöntem meselesi düşünce ve felsefeyi sınırladığı gibi zihni ve kültürel yaşamın farklı alanlarına da nüfuz etmiştir. Bilgi için güvenilir ve sağlam zemin ve aynı zamanda kesinlik arayışı neticesinde ortaya çıkan metot, düşünceyi de sınırlı ve tek yanlı bakış açılarına mahkûm etmiş ve nihayetinde hadiseler karşısında doğru tavır alınmasını zora sokmuştur (Türer, 2010: 6). Dolayısıyla Tozlu’ya göre yapılması gereken bilimsel yöntem adına dışlanan unsurları yeniden kucaklayacak bilgi ve düşünce formları yeniden oluşturulmalıdır. Çünkü nihai anlamda zaten çağımız bilimi bir dünya görüşünün mahsulüdür. Bunun için de bilimin idealize edilmesinden vazgeçilmeli, bilim insanının bir kültürün, bir düşüncenin, ekonomik, sosyo-politik ya da ideolojik bir sistemin temsilcisi olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır (Tozlu, 2003a: 134-137).

İnsanı ve yeni oluşumları yorumlamak düşüncenin gücüyle mümkündür. Bu nedenle kendi gerçekliğimize uygun bir yöntem ile inşa edilecek teorik temeller ile düşüncenin ufkunu en kapsamlı biçimde açabilir, önündeki blokajları kaldırabiliriz. Tozlu’ya göre ancak bu şekilde tarihsel birikimimiz bize fayda sağlar ve ancak o zaman Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Mevlâna gibi düşünürler tekrar bu topluma ilham vermeye yol göstermeye devam edebilir (Tozlu, 1995: 18-26). Fakat bunun gerçekleşebilmesi için düşüncenin dinamikleştirilmesi, bunun içinde önündeki engellerin kaldırılması gerekir.

Düşünmeyi Engelleyen İdoller

Felsefecilerin, üzerine yoğunlaşıp araştırdıkları meseleler hakkında çeşitli modeller geliştirdikleri bilinen bir husustur. Bu bağlamda yoğunlaştıkları konu üzerinde eksik ve hatalara odaklanıp akabinde sorunların giderilebilmesi noktasında kendi çözüm önerilerini sunarlar. Tozlu’da düşünme sorunlarına odaklanırken çeşitli engelleri sıralar. Tozlu’nun bu konudaki yaklaşımına geçmeden önce meseleye daha geniş bir perspektif kazandırmak tarihsel süreçteki örnekler ile düşünce sorunları ile ilgili yaklaşımları da kısaca hatırlatmak istiyoruz. Bu bağlamda insan zihnini kuşatan, insanın varoluşa ilişkin bütün hususları doğru biçimde alımlaması ve anlamlandırmasını engelleyen pek çok unsur mevcut olduğunu ifade edebiliriz. Tozlu, neredeyse bütün eserlerinde düşünme yetisini ve ahlaki duyarlılıkları eğitmeye yönelir. Çünkü onun amacı öncelikle bilgi vermek değil bilgiyi, düşünce ve değere........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play