menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

PKK feshedildiğinde, Türkiye’de ve Ortadoğu’da neler değişecek?

16 0
11.05.2025

“Sağolsun” AKP-MHP İktidarı ülkeyi siyasetsiz, gündemsiz bırakmıyor. Öyle eften püften gündemler de değil hani, bayağı kallavi gündemler: Bir tarafta “40 yıllık sorunu” ortadan kaldırmayı amaçlayan “Terörsüz Türkiye” iddiası, diğer tarafta “100 yıllık sorunu” ortadan kaldırmayı amaçlayan “CHP’siz Türkiye” iddiası. İşin daha da ilginci, bu iki kallavi gündemin birbirine “temas etmeden” götürülüyor oluşu…

Bahçeli’nin şok sözleriyle başlamıştı her şey; “PKK silah bıraksın, silahları teslim etsin, kendini feshetsin”. Hatta “Öcalan’a umut hakkı tanınsın, gelsin Meclis’te konuşsun…”

Sürecin “ilk bölümü”, Öcalan’ın 27 Şubat’ta okunan silah bırakma ve fesih metni ile geçildi. Bahçeli, bu durumu; “Terörsüz Türkiye, huzurlu Türkiye, süper güç Türkiye yarın değil, hemen ulaşılacak bir hedeftir ve bizim de siyasi şerefimize emanettir” diye açıklıyordu. Şimdi sıra PKK’nin kongresini toplamasına, kendisini fes etmesine ve silahlarını T.C. Devleti’ne teslim etmesine geldi. (Bu yazı PKK, kongresini yaptığını ancak henüz kararları açıklamadığı bir zamanda yazıldı.)

Şimdiye kadar ki süreçte (ve muhtemelen bundan sonrada) hep “avcının hikayesini” dinledik, dinleyeceğiz. Ancak bir de “karşı tarafın hikayesi” vardır değil mi?

Bilindiği üzere Abdullah Öcalan ve PKK’nin yönetici kadrosu (çok uzun zamandan beri), stratejik hedeflerini Türkiye’nin “demokratik dönüşümü” içinde aradılar, hatta silahlı mücadelenin meşruluğunu da bunun olmayışına dayandırdılar. Kürt halkının siyasi, sosyal, kültürel bir kimlik kazanmasının, Türkiye’deki siyasetin, yasamanın, hukukun, yere l yönetimlerin gerçek bir demokratik dönüşümü ile mümkün olacağını ileri sürdüler ve buna uygun siyasi taktikler (Bu taktikler içerisinde bazı “anomaliler” elbette mevcut; Gezi İsyanı’na mesafeli duruş, referandum tavrı, AKP’den fazla beklenti, v.s.) belirlediler.

Her türlü baskıya, kapatmalara rağmen yasal parti ısrarı aslında TBMM’ye, yasal dönüşüme verdikleri önemdi. Batı’daki sol siyasetlerle girişilen ittifaklar, kendi seçmenlerinin tepkilerine rağmen aydınlara da sağlanan milletvekili kimlikleri aynı zamanda demokrasi mücadelesinde kimlerle yan yana durma tercihini gösteriyordu.

Durumun daha iyi kavranmasını sağlayacak olan belki de bir “alternatif tarih” (Tarihsel gerçeğe dayalı varsayımlar olarak alternatif tarih hikayeleri, önemli olaylar hakkında "Ya şöyle olsaydı?" senaryoları önerir ve sonuçları tarihsel kayıtlardan çok farklı sunar) okuması olabilir.
Yani PKK, başından itibaren ve tamamen Kürt milliyetçiliğini esas alan, diğer halklar karşısında ayrılıkçı, bağımsız devlet kurma hedefli bir çizgi de izleyebilirdi. Hatta laiklik prensipleri ile değil Barzani gibi basbayağı feodal/gerici bir yapı da kurabilirlerdi. Bunu Kürt halkı içinde (özellikle Suriye ve Irak’ta) savunanların olduğu aşikâr.

PKK’ye böylesi bir siyasetin hâkim olmasının yaratacağı sonuçları, (özellikle Türkiye toplumunda) hayal etmek bile korkunç olurdu. Böyle olmamasını sağlayan (belki de en önemli özellik), Öcalan ve kurucu arkadaşlarının “tedrisatlarını” 1970-80 arasında Ankara SBF’de Dev-Genç mücadelesinin ve sosyalizm ideolojisinin hâkim olduğu bir dönemde yapmış olmalarıdır. (Biyografisinde “SBF'de kendisini Çayancı olarak adlandıran grup içerisinde yer aldığı notu da mevcut.) Mücadeleyi Marksist bir eksende tanımlamak, örgütün ismini İşçi Partisi olarak koymak, laiklik anlayışını uygulamak vs.
Öcalan’ın açıklamalarından, aynı politik çizginin değişen coğrafya ve değişen siyasi ilişkiler göz önüne alınarak yeniden üretildiğini ileri sürmek mümkün. (Hatta belki de bu projeyi, Bahçeli değil de Öcalan sunmuştur!)

Öcalan........

© Kısa Dalga