Damacana ve pet şişelere hapsedilen su hakkı
Hasan Aydın
Su, insan yaşamı için vazgeçilmez bir kaynaktır. Her ne kadar yeryüzünün yüzde 70' i sularla kaplı olsa da içilebilir tatlı su kaynakları dünya su rezervinin sadece yüzde 3' ünü oluşturmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), yetişkin sağlıklı bir insanın günlük ortalama 2- 3 litre su tüketmesini önermektedir. Bir zamanlar musluklardan içilebilen kamunun güvencesi altındaki temiz içme suyu, bugün ekonomik ayrıcalığa dönüşerek damacanalara ve plastik pet şişelere hapsedilmiştir. Artık suyun kullanım hakkı, yapılan yasal düzenlemelerle ticarileştirilerek kâr amacı güden sermaye gruplarının ellerine teslim edilmiştir. İçilen bir bardak suyun değerini de su şirketleri belirlemektedir.
Kentleşmeyle birlikte nüfusun artması, alt yapı yetersizliği, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri, sanayi atıkları, tarımda kullanılan pestisitler ve evsel atıklarla suların kirletilmesi son 30 yılda sağlıklı içme ve kullanma suyuna ulaşımda ciddi sorunlara yol açmıştır.
UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından yayınlanan 2021 Dünya Su Kalkınma Raporu' na göre, içilebilir suyun küresel kullanımı son 100 yılda altı kat artmış ve 1980'lerden bu yana gerçekleşen bu artış, yılda yaklaşık yüzde 1 oranında olmaktadır. Su hakkı, en açık şekilde 2002' de BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından yayınlanan genel yorum 15' te ortaya konulmuştur. Genel Yorum 15 'te "herkesin kişisel ve ev içi kullanım için yeterli, güvenli, fiziki olarak ulaşılabilir ve bedeli ödenebilir suya erişim hakkı olduğu ifade edilmiş ve bu amaçla devletlerden" ulusal strateji ve eylem planları" hazırlamaları talep edilmiştir. Uluslararası insan hakları ve uluslararası hukuk organları, su hakkının insan hakları hükümlerinin bütünleyici bir parçası olduğunu kabul etmektedir.
1961 Anayasası, suların ve doğal kaynakların devletin tasarrufunda olduğunu düzenlemiş,1982 Anayasası da aynı anlayışta olmuştur. Çevre hakkının dolayısıyla sağlıklı su hakkının korunması sorumluluğu da devlete aittir. Bugün Norveç, İsveç, Danimarka, Avusturya, Polonya gibi birçok Avrupa ülkesi, yer altı su kaynaklarını ve çevresini koruma, su borularını yenileme vb. uygulamalarla, kendi vatandaşlarının musluklardan akan içilebilir suya erişimini sağlamışlardır. Ülkemizde ise güvenli içme suyu temini zaman içinde bir halk sağlığı sorununa dönüşmüştür. Türkiye'de yeraltı suyunun kullanımına yönelik talep artışına rağmen, kaynaklar sınırlı ve yağış oranı da azalmaktadır. Kaçak sondajla açılan su kuyularından aşırı miktarda su çekilerek tarımda kullanılması, bazı yerlerde yeraltı su seviyelerinin düşmesine hatta bu kaynakların kurumasına yol açmıştır. Özellikle kırsal yerleşim alanlarında ikamet eden vatandaşlar, geçmişte, kamusal bir hak olarak gördükleri suyu, olanaklar dahilinde yaptırılan ortak mahalle çeşmelerinden sağlarlardı. Günümüzde yüzlerce köyde ortak su çeşmeleri hâlâ kullanılmaktadır.
Osmanlı' da Fatih döneminde oluşturulan Su Nezareti, öncelikli olarak İstanbul' un içme ve kullanım sularının temini ve dağıtımını üstlenmişti. Diğer yandan dönemin sakaları, miri, hassa, mülki ya da vakıf çeşmelerinden temin ettikleri suları, yük hayvanlarına yükledikleri kaplarla su şebekesinin bağlı olmadığı evlere belirli bir ücret karşılığında taşıdılar. Yoksul halkta, kendi mahallerindeki en yakın çeşmeden su ihtiyaçlarını karşıladı... sakalar, gelir elde etmek için su temin ettikleri dönemin ayrıcalıklı bazı çeşmelerinden dolayı kendi aralarında rekabete girmişler, bazen de rant için birbirleriyle kavga etmişlerdir.
1855'te İstanbul ' da Şehremaneti adıyla ilk belediye teşkilatı kurulmuş, daha sonra suyun evlere iletilmesine yönelik ilk merkezi çalışma başlatılmıştır.1864 tarihli Vilayet Nizammesi sonrasında (1868-1871) bazı vilayet merkezlerinde (İzmir, Bursa, Selanik) ilk taşra belediyeleri kurulup hizmet vermeye başlamıştır. Osmanlı' nın son döneminde İstanbul Su Şirketi adıyla yabancı sermayeli bir şirket kurulmuş ve bu şirket o dönem su dağıtım imtiyazına sahip olmuştur.
1930 yılında 1580 Belediye Kanunu çıkartılmış, bu kanuna göre içme ve kullanma suyunun halka ulaştırılmasından belediyeler sorumlu tutulmuştur. 1970' lerde "musluktan içilecek su" ideali öne çıkmış, özellikle İzmir, Ankara ve Eskişehir gibi büyük şehirlerde su alt yapı yatırımlarının planlanması ana hedef olarak görülmüştür.
1980 askeri darbesi ile uygulamaya sokulan IMF politikaları, Türkiye' de kamu hizmetlerinin verimsiz olduğu söylemini yaygınlaştırarak suyun da dahil olduğu yeni özelleştirmelerin önünü açmıştır. Yatırım bütçesini merkezi yönetimden alamayan belediyeler, eskiyen su borularını ve arıtma tesislerini gerçek anlamda yenilemedi. O dönemde paslı kırık su boruları, klor kokusu ve sudaki mikrobiyolojik kirlilik haberleri, bazı basın organlarınca manşetlere taşındı. “Kamu hizmetlerinin maliyetini kullanan vatandaş ödesin." anlayışı dönemin yetkililerince yürürlüğe konularak su fiyatları artırıldı. Sonuçta su kamusal bir hak olmaktan çıkıp ekonomik bir metaya dönüştü. Vatandaşın tükettiği suyun bedeli, belediyelerin asli gelir kaynaklarından biri oldu.
1981 yılında İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi),1987 yılı (İzmir ayında ASKİ (Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi) ve yine 1987 yılı Nisan ayında İZSU (İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi) kuruldu. Kâğıt üzerinde yerel özerklikliğe sahip olduğu iddia edilen bu kuruluşlar, pratikte hizmetlerin ticarileştirilmesi sürecini hızlandırdı. Diğer yandan bu kuruluşlar, acil olan içme suyu alt yapılarını yenilerken Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası'ndan kullanıcı bedeli esasına ve özel işletme modeline göre şartlı kredi aldılar. Bu yüklü kredinin geri ödemesi, vatandaşın ödemiş olduğu su faturası gelirleriyle gerçekleşti.
1993-1994 yıllarında Türkiye’de yaşanan kuraklığa bağlı olarak Marmara Bölgesi'ndeki barajlarda su seviyesi çok azalınca, İstanbul ve yakın çevresindeki yerleşim yerlerine belediyeler, sağlıklı su ulaştıramadılar. Bu dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi "Akdamla " adıyla geçici bir çözüme yönelerek bölgenin farklı bölgelerindeki içme suyu kaynaklarından temin ettiği suyu tankerlerle İstanbul' a getirdi. Bu su vatandaşın evlerinden getirdiği plastik bidonlara benzin pompalarıyla dağıtıldı. Bu uygulamadan esinlenen bazı kişiler, mahalle aralarında akaryakıt satar gibi "su satış istasyonları" kurdular.
Vatandaşlar, parayla su satın almak için ellerindeki boş kaplarla, yüzlerce metrelik uzunlukta kuyruklar oluşturdular. Bazı apartmanların bodrumlarında büyük su depoları yapılırken, evlerin mutfak ve banyoları çeşitli boyutlardaki su bidonları ile dolup taştı. İstanbul' un farklı semtlerinde, mahalle aralarında kısa sürede 3 bine yakın "su istasyonu " açıldı. Bu su istasyonu görüntüleri, sonradan çekilen TV dizi filmlerine bile konu oldu. O yıllarda, derelerden tankerlere doldurulan mikroplu........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d