İhtilal yapan bilgisayar
İnsanlar kâinatta hayat izleri arıyor. Uzaylı mahlukatı çok merak ettikleri için mi?
Bir dereceye kadar.
Asıl saik, insanın toprağa ya da araziye olan düşkünlüğü.
Amerika keşfedilince Avrupalılar için yeni bir gezegen keşfedilmiş gibi oldu. Hem oraya nüfus taşıdılar hem kaynaklarını kullandılar.
Dünya nüfusu hızla artıyor. Kaynaklar ise sınırlı. Belki nüfusumuz diyelim elli milyar oluncaya kadar dünyayı tüketeceğiz, belki insanlar birbirini tüketecek, belki hilkati boza boza artık üreyemeyecek hale geleceğiz, ya da kıyamet kopacak.
Eğer bunların hiçbiri olmazsa muhtemelen dünyaya sığmayacağız. Sığsak bile açlıktan, susuzluktan öleceğiz.
Stephan Hawkings insanların yaşanabilecek bir gezegen bulması gerektiğini söylüyordu.
Etrafımızda böyle bir gezegen yok. Belki hiçbir yerde yok. Ya da varsa bile çok uzaklarda.
Öyleyse, milyonlarca ışık yılı uzaktaki gezegenlere ulaşmak için hız üzerinde çalışmamız lazım. Işık hızını bile geçmemiz lazım.
Nasıl yerlere yoğunlaşıyoruz uzayda hayat ararken? Oksijenin mevcut olduğu, mümkünse suyun da bulunduğu yerler arıyoruz.
Çünkü susuz hayat olmaz.
Emin miyiz bundan?
Ama bu, bizim bildiğimiz, gördüğümüz, tecrübe ettiğimizi hayat.
Tamam, hakkında ayet var, “Ve ce’alna minel mai külli şey’in hayy.”
Bu, hayatın bir şekli.
Hayatı su ile kaim olmayan başka mahluklar olması imkânsız mıdır?
Şimdiki bilgilerimizle imkânsız.
Gerçi yüz yıl, iki........
© Karar
