menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Neden bir AK Parti’ye ihtiyaç var?

196 23
14.09.2024

Geçen hafta uzun bir aradan sonra katıldığım bir televizyon programında söyleyip geçtiğim bir cümle, “bir” kelimesi düşürülüp hafta boyu çeşitli sitelerde haber oldu.

Tabii ki videoyu izleme zahmetinde bulunmayanlar benim “Türkiye’nin AK Parti’ye ihtiyacı var” dediğimi yazıp, okudular.

Halbuki ben “Türkiye’nin bir AK Parti’ye ihtiyacı var” demiştim.

“Bir” önemli bir ayrıntıydı.

Belki de deyinip geçmemek, biraz daha açmak gerekiyordu.

Bu vesileyle biraz daha açmakta fayda var.

Aslında bir süredir beynimde dolaşan ama teslim olmak istemediğim bu kanaati pekiştiren Narin’in halen süren trajedisi sonrası yaşananlar ve söylenenler oldu.

Böyle anlaması ve birlikte yaşanması zor trajediler insanın temel dürtüsü olan hayatta kalma hissini tetikler, öfke, nefret duygularını yükseltir, böylece en ilkel reflekslerimizi ve en derindeki samimi fikirlerimizi uyandırır.

Böyle dönemlerde keskin fikirler, en radikal çözümler popülerleşir, fikren öze dönüşler yaşanır.

15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı korku da bütün bunları tetiklemişti.

Tarihimizde bu travmaların en büyüğü Birinci Dünya Harbi’ydi. Hala daha travmaları sürüyor.

Yıkımı gören kuşağın korkuları Cumhuriyetin kuruluş ideolojisini oluşturdu. Sadece dış düşmana değil, içerideki düşmana karşı da hep tetikteydiler. İç düşman listesinde hainler, bölücüler, mürteciler, komünistler, ekaliyetler ve cahil köylüler başı çekiyordu.

Dönemin edebiyatı bu iç düşmana karşı nefretin en açık görünür olduğu metinlerdi.

1930’ların başında rejimin ideologluğuna soyunmuş Kadro ekibinden Yakup Kadri’nin 1932’de yazdığı Yaban, bunun en samimi örneğiydi.

Romanda Birinci Dünya Savaşı’nda cephede kolunu kaybeden İstanbullu eğitimli, şehirli Ahmet Celal’in, İstanbul işgal edilince yerleştiği Porsuk Çayı kenarındaki Anadolu köyünde yaşadıkları anlatılıyordu.

Çok Doğu’ya gitmemişti Ahmet Celal. Ama o kadar Anadolu bile ona yetmişti:

“Anadolu adeta barbarlar tarafından hırpalanmış körpe bir genç kız gibidir; gözü, kolu, bacağı veya herhangi uzuvlarından biri eksik insanların, hastaların ve yaşlıların yaşadığı bir mezarlığı andıran bir yerdir."

‘Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.’

Ama Ahmet Celal’e göre bunun suçlusu da o köyleri aydınlatmayan Türk aydınıydı:

“Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani........

© Karar


Get it on Google Play