menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Nermin Candan’ın kedileri, Osman Ekici’nin köpekleri...

20 0
10.07.2024

“Levantenlerin günlük dilinin Rumca olması, bugün çok kişiyi şaşırtıyor. Ama, öyleydi, Rumların aksine onlar Rumca’yı Latin harfleriyle yazıya dökmüşlerdi ve böyle eserlere “Frangochiotika” deniyordu.”

5 yılına kadar Beyoğlu’ndaki müşterek dil Rumca’ydı dedim ya, hemen iki üç çatlak ses çıkıverdi. Yahu, semtin Rumlarının Mütareke dönemindeki şımarıklıklarına ben de Ahmed Rasim kadar kılım, ama bu hakikati değiştirmiyor: Evet, aklınızdan çıkarmayın, Rumca, ancak 6-7 Eylül’de Beyoğlu’nun müşterek dili olmaktan çıktı, ‘74 sonrasındaysa duyulmaz oldu, nokta.

Peki, vaktiyle İstiklâl Caddesi’nde kaybettiğimiz Rumca nasıl bir dildi, bileniniz var mı? Sakın ha, bana yanıt vermeye kalkışırken, Rumca’yı münevver züppelerin Kateravusa’sı ile karıştırmayın. Garipler, Yunanca’nın dışında, Türkçe, İtalyanca ve Fransızca kelimelerin Rumlaştırıldığı bir dili konuşuyorlardı. Dikkat edin, üstüne basa basa konuşuyorlardı diyorum, yazıyorlardı demiyorum, çünkü cırlayık avamın Yunan harfleriyle kâğıda pek dökülmeyen bir dili vardı. Rumca’nın Beyoğlu’nun nasıl müşterek dili olduğuysa ayrı bir meseledir. İnsana, anası turp babası şalgam, nereden olmuş bu zülbiye şekeri dedirtecek üslûp sâhiplerinden Bareilles, anımsarsınız, ekalliyetin semt-i dildarındaki Rumca’nın hizmetçi Rum kızlarının sayesinde yayıldığını döktürmüştü. Mart buzağısı olmayın, hizmetçi kız diye ayrı bir tabaka yoktur, onların hepsi Tinos ve Andros adalarından gelen yollu çıtır çerezlerdir. Ama, bizim Bareilles yine de bir açıdan haklı, Rumca’yı Türk’ün, Ermeni’nin, Yahudi’nin ve Levanten’in yatağına adalılar taşımıştır.

Levantenlerin günlük dilinin de Rumca olması, bugün çok kişiyi şaşırtıyor. Ama, öyleydi, Rumların aksine onlar Rumca’yı Latin harfleriyle yazıya dökmüşlerdi ve böyle eserlere “Frangochiotika” deniyordu. Levantenin kim olduğunu tanımlamak da hayli sıkıntılıdır, edebiyata ilk defa La Fontaine’in bir masalıyla 17’nci yüzyılda girdiği tahmin ediliyor, kelimeye daha sonra da Renan’ın, Zola’nın ve Hugo’nun eserlerinde rastlanıyor. Bense “Galata-Pera” kitabının yazarı Rinaldo Marmara gibi düşünenlerdenim, maksadımız da sadece şehr-i dildarımızsa, Levanten diye Batı’dan gelip Konstantinopolis’e yerleşen Hıristiyanlara denir deyip horoza gıravat takayım.

Devr-i Osmanlı’nın Melkitlerini ve Marunilerini onların arasına koyamayacağımız muhakkaktır. Biliyorum, bazılarınız da Melkit mi vardı diyecek. Söyleyeyim: Şâyet bugün Beyoğlu’nun geçmişi hakkında dakikada bin dil atabiliyorsak, inanın her şeyi çok değerli bir Melkit olan Said N. Duhanî’ye borçluyuz. Üstadımız, Levanteleri domuzun önde gidenlerinden sayıp, onların kalantorlarını da Osmanlı’nın parasını toplayan ve yabancıların kırıntıları ile geçinen birer tefeci olarak tanımlamıştır. Levantenlerin edebiyatımıza girişleri de sakattır, aklıma şıppadak Madam Jimson geliyor. Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore” romanındaki Madam Jimson, kocası hasta yatağında son nefesini verirken bile, Sıraselviler’deki dairesinde yeni sevgilisinin şerefine eğlence tertip edecek kadar rezilleşen eteği belinde bir Levantendir. Sevgilisiyse işgalci Fransız subaylarından Rochepierre’dir, bu yüzden Çanakkale’de Fransızlar yenilince karalar bağlamıştır. Sanırım Edmondo De Amicis’in de Levantenler için pek hoş şeyler söylemediğini anımsıyorsunuzdur, onları kültür dünyamıza sevdiren kitapsa Giovanni Scognamillo’nun “Bir Levantenin Beyoğlu Anıları” olmuştu. Ben Scognamillo’yu hep Metin Demirhan’ın Atlas Pasajı’ndaki dükkânında görürdüm, sanıyorum........

© Karar


Get it on Google Play