menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Bir yeşil erikli gaya, peşine de bir havidz çek!’

29 21
27.03.2024

Bizim resmî istatistikler ‘14 ve ‘21 yıllarında İstanbul’un nüfusunun yüzde altmıştan fazlasını Müslümanların oluşturduğunu döktürüyor; ilginç olansa, Rumların her iki yılın verilerinde de Ermenilere tur üstüne tur bindirmesidir, biri şehrin toplam nüfusunun yüzde yirmisini aşarken, diğeriyse yüzde onun altında kalmıştır. Müslüman nüfusa gelirsek, İstanbul’un sadece birkaç semtinin dışında hep gâvurun bileğini büküyor, ama biz Müslümanların eşeğin apır dengi şengi şengisine kelebek konmuş misali ikamet ettiği semtlerden biri Beyoğlu’ydu, bunun da çok kültürlülük denen bir güzelliği icat etmesine ancak ya Rabbi şükür denir: Kâtipzâdelerden Agâh Efendi mi vefât etti, toprağa verildiğinin akşamında Kur’an okutulup eşe dosta irmik helvası dağıtılıyor. Onun yerine kavaf Arakel taşlı köye taşınsaydı, Ermeniler definden sonraki ilk Cumartesi günü irmik helvası, kırkındaysa acıbadem dağıtacaklardı. Rumların helvasınaysa koliva deniyordu, eğer Pera’nın Arap Abdo devrinden kalma bitirimlerinden Angelo’nun tabanı genişlemişse, Hakk’ın avucuna koyulmasının üçüncü, dokuzuncu ve kırkıncı gününde koliva hazırlanırdı. Peki, tefeci Aşer Efendi üç kuruş için kırk takla atarken nalları dikmişse, “Baruh ata Adonay Elehoynu meleh haolam dayan ha-emet”, ne yapılırdı, onu bilen var mı? Zahmet edip de kitap karıştırmayın, ben söyleyeyim, tefeci dahi olsa, onun başına gelen ölümdür, Aşer Efendi için sağdan soldan şıppadak bir “hevra kadişa” gürûhu toplanır, merhum toprağa verildikten sonraysa hânesinde yedi gün boyunca dualar okunur, “Hamakom yenahem ethem betoh şaar aveley ziyon Yeruşalayim”, sofralar kurulur ve yiyip içilirdi. Efendim, yemeyi atlayıp, şu içmek faslının mahiyetini ancak yirmi üç yıl kadar önce öğrendiğimi de buradan itiraf edeyim, bugün o eski cehâletim aklıma geldikçeyse inanın her defasında bademciğim görünüyor.

***

‘55 öncesine kadar Beyoğlu’nda, Ramazan’ı, Şeker’i, Paskalya’yı, Apokriya’yı, Sukot’u, Yum Kipur’u ve Pesah’ı, Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi hep birlikte kutlardı. Türk çocuklarının, ellerinde mumlar, “Ay Vasilis erkhete, apo tin Kheseria, ego, ego, dosto mena, dosto mena” veya “Melkon, Kaspar yev Bağdasar, avedis” şarkılarıyla sokaklara fırlamasının yadırgandığıysa işitilmiş şey değildir. Ondan önce Tehcir, Mübadele ve Varlık Vergisi yaşanmıştır ama Beyoğlu’nun ışığının asıl 6-7 Eylül’de söndüğünü düşünüyorum, ‘64’deki on iki bin beş yüz kadar İstanbullu Rumun sınır dışı edilmesiniyse şimdilik atlıyorum. Orhan Kemal’in “Gurbet Kuşları” romanını saymazsak, edebiyatımızda 6-7 Eylül’e yedi yıl boyunca yer verecek bir babayiğit çıkmadı dersek yeridir, Orhan Kemal ustamızda bile 6-7 Eylül olayları İstiklâl Caddesi’ne dolaşmaya çıkan İflahsızın Memed’in ucundan ucundan işittiklerinde kalmıştır. Yılmaz Karakoyunlu ise 6-7 Eylül’e ancak olaylardan otuz yedi yıl sonra “Güz Sancısı” romanında takır tukur bir üslûpla değinebilmiştir. Yılmaz Karakoyunlu’nun romanını kaç kişi okudu, bilmiyorum. Buna karşılık, yazıp çizenler arasında, Tomris Giritlioğlu’nun o romandan uyarladığı film ile yirmi bölümlük “Kulüp” isimli televizyon dizisinin 6-7 Eylül’ü edebiyatımızdan daha başarılı biçimde kalabalıklara ulaştırdığının kabul gördüğüne tanığım. Bana sorarsanız, münevver takımımız uydurmalardan bir kuyruk takmış, öyle dolaşıyor. Arkadaşlar, aynı yıl “Recep İvedik” serisinin ikincisini yirmi iki haftada 4.333.144 kişi, “Güz Sancısı” filmini ise yirmi iki haftada 576.428 kişi seyretmiş, sizce aradaki büyük fark kapı komşumuzun başına gelenleri ne kadar merâk ettiğimizin de bir ifâdesi değil midir? Biliyorsunuz, Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül’ün Seferberlik Tetkik Kurulu’nun işi olduğunu açıklamıştı, ancak bir edebiyatçı arkadaşımın anlattıklarınınsa benim aklımı resmi belgelerden daha fazla........

© Karar


Get it on Google Play