Mekana kısılmak veya denize nazır bir gözlemevi
Coğrafya kaderdir sözü her fırsatta dile dökülür ve çoklukla içinden bir türlü çıkamadığımız sorunları vurgulamak için söylenir. Taşımaktan kurtulamadığımız sürekli yorgunluktur bu yoruma göre coğrafya. Oysa başlı başına ne coğrafya kaderdir ne de o yerinden oynatılamaz iri bir taş misali hayatın sertliğine karşılık gelir. Anadolu kıtasını boydan boya geçerken her seferinde bu söz dilimize pelesenk oluyorsa eğer asıl bir ‘mekan kısılmışlığından’ söz etmek gerekir. Hatta üstünde yaşadığımız toprağın karakterini yeterince anlayamadığımız bile iddia edilebilir. Türkçenin en ilginç ve bir o kadar yaratıcı ‘yor’ şimdiki zaman ekinin bir anda üç zamanı karşılayabildiği hatırda tutulduğunda, bir dilin herhangi bir durumu geçmiş, şimdi ve gelecek halinde taşıdığı unutulmamalıdır. Öyleyse coğrafya teorik olarak da o dili yaşayan insanlar tarafından sürekli zaten ‘yorumlanmaktadır.’ Dilden, yani düşten, düşünceden, edebiyattan düştüğünüzde mekana kısılır ve coğrafya kaderdir kısırlığının içinde dönersiniz. Anadolu’nun bir pergel ayağı gibi sabit ve kendi etrafında dönüyor olması onun şansıdır ve o şansı orada yaşayanlar ya değerlendirir ya da serzenişe dönüştürürler. Coğrafya kaderdir sözü boş ve haksız bir serzeniştir kaderini sen yaratmadığın, dönüştürmediğin sürece.
Mekan üzerine düşünmüyor oluşumuz oturduğumuz sandalyeden tutun ibadet için girdiğimiz mekana, gittiğimiz yola, baktığımız binaya, adım attığımız istasyona, geçtiğimiz sokağa hasılı irili ufaklı bir kurgu maketi benzeri birbirini tamamlayan hayata düşünsel gözle bakamadığımız için ya her şey bize batıyor ya da boşluğa düşüyoruz. Bazen kitaplara bakmak........
© Karar
