Zengin bir fıkıh ve pozitif hukuk birikimi var ama Müslümanlar adalete hasret
Müslüman dünyada adaletin neden bu kadar değersiz hale geldiğini ya da yüzyıllara dayalı bir fıkıh tecrübesine ve evrensel hukuk müktesebatının bunca gelişmişliğine rağmen, neden kurumsal hukuk mekanizmaları oluşturamamalarını anlamak için meselenin tarihsel arka planına bakmak gerekiyor.
Abbasilerin ilk dönemi hem fıkıh ekollerinin doğuşuna ama aynı zamanda İslam hukukunun teşekkül devrinin de sonuna sahne olmuştur. Çünkü içtihat kapısının kapanmasıyla birlikte, İslam fıkıh doktrinin önü katı kurallarla kapatılmıştır. Fukahanın icmaının yanılmazlığı prensibi, doktrini daraltıcı, katılaştırıcı bir istikamete yöneltmiştir.
Oysa ilk dönem fıkıh alimleri, Schacht’nin de işaret ettiği gibi şahsi re’ylerini ve hukukun ne olması gerektiği üzerinde kendi hükümlerini de kullanarak Kur’an’da ve İslam cemaatinin mahalli tatbikatında mevcut olan rehberliğe dayanmışlar ve bu şekilde kazanılan ölçüleri yeni fethedilmiş memleketlerde hakim olan örfi hukuka ve idari tatbikata uygulamışlardır. (İslam Hukukuna Giriş, s.90)
İslam fıkhının teşekkül devri olan, yani İslam’ın ilk iki yüzyılında, fıkıh alimleri hukuk problemlerini kendi çözüm yollarına göre halletme hakkına sahip oldukları halde, sonrasında Hz. Peygamber ve sahabeden rivayet edilen pek çok hadis üzerinden sistematik bir disipline tabi tutularak içtihadın kapısı daraltılmıştır.
Özellikle üçüncü yüzyılın ortalarından itibaren “içtihat terimi, serbestçe şahsi görüşün (re’y) kullanılması şeklindeki eski anlamından ayrılmış, kıyas veya sistematik içtihat yoluyla Kur’an, Peygamberin sünneti ve icmadan doğru sonuçlar çıkarma (hüküm istinbat etme) şeklinde........© Karar





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden