Öyle de olur, böyle de
Bu köşede eski bir anekdotu yazmıştım. Ne kadar eski: Sovyet Sosyalist Birliği henüz dağılmadan, o birliğin Berlin’in ortasına çektiği duvar yıkılmadan önceye ait. Prag’da uluslararası bir tarih kongresi toplanıyor. Prag, o zamanın Çekoslovakya’sının baş şehri ve orası da bir demir perde ülkesi; yani Sovyet uydusu. Bir Çek tarihçi Batılı meslektaşlarına dert yanıyor: “Gelecekten eminiz. Gelecekten bir şüphemiz yok. Asıl problem geçmişte. Canına yandığımın geçmiş durmadan değişiyor!” Çek tarihçi eminim ki tam bu kelimelerle konuşmamıştır, ben biraz öztürkçeleştirdim ama söyledikleri mealen böyle.
Niyetim tarih anlatmak veya tarih felsefesi yapmak değil. Her ikisini de yapan milyonlarca uzman var Türkiye’de ve bilhassa sosyal medyada… Niyetim, nirengi noktaları olmayınca gerçeğin bulanıklaştığından şikâyet etmek. Gerçeğin yok oluşundan. İşte, gerçek yok olunca ortaya post-gerçeklik çıkıyor. Yani herkesin gerçeği kendine. Daha doğrusu herkes kendine sempatik gelen, işine gelen gerçeği uyduruveriyor. Bunu bir kişi yapsa ya ağzının payını verirler yahut da meclisten kovuverirler. Ama meclisin çoğunluğu birbirinden kopuk çok özel gerçekler yumurtlamaya başlarsa, vah gerçek gerçeğin hâline ve vah o meclisin düşünce seviyesinin hâline.
Gerçek konturlarını kaybedip silikleşmeye başlayınca gazeteciliğe iş düşüyor. Gazeteci, gerçekler arasından seçtiği gerçeği en kalın hatlarıyla anlatmalı ki şaşkına dönmüş okuyucu, dinleyici, seyirci bir şeyler anlayabilsin. Anladığının doğru mu yanlış mı olduğu; doğrunun, yanlışın ne olduğu ikinci planda. Ama hiç olmazsa bir şey anlasın.
Ekonomimiz çöktü çökecek ama Türkiye Yüzyılı’nı........
© Karar
