Benimki bir valiz hikayesi…
Dünyanın her yerinde ulusal medya, bütün ülkeyi, herkesi ilgilendiren “büyük” olaylarla ilgilenir. Siyasi gelişmeler, tartışmalar, partiler arası ilişkiler, yasalar, büyük felaketler gibi…
Bir de insanların günlük hayatlarındaki “küçük” sıkıntıları vardır… Belediye hizmetlerindeki aksama, bir hastanedeki özensizlik, kentin ya da kasabanın ortak dertleri gibi… Bunlar da genellikle yerel basında yer bulur.
İnsana önem veren gelişmiş ülkelerde yerel basın da ulusal basın kadar öneme sahiptir. Bizimki gibi ülkelerde ise yerel basın hep geri planda kalır.
Biz hep Ankara’yı, “yüksek siyaseti” ve siyasetçileri konuşuruz.
Yönetilenlerin günlük yaşamları ise pek önemsenmez… Çünkü yönetilenler önemsenmez… Önemli olan yöneticilerdir.
Sanki dünkü padişah, saray ve tebaa ilişkisi dondu kaldı, hiçbir şey milim değişmedi.
İnsan, birey, vatandaş, rejim için önemliyse toplumun günlük yaşamı ve kalitesi ilk sırada olmalı… Ve onların “küçük” güncel sorunlarını yansıtan yerel basın da daha gelişmeli.
Tabii bu emirle olacak bir iş değil, toplumun da bu yönde bir talebi bulunmalı… Ama o talep bir türlü oluşmuyor.
Bunu delmeye çalışan münferit örnekler olsa genel tablo bu.
Uçağa valizleri yüklenmeyen -nasıl oluyor ise- yolcuların nasıl perişan hale geldiklerini, içlerinden biri olarak yaşayınca, günlük basın-ulusal basın ilişkisi sorgulaması aklıma yeniden geldi.
İstanbul’dan Antalya’ya uçtuk. Uçaktan indik…
Bekle bekle valizler yok…
Bir saate varan boşuna bekleme........
© Karar
