Yol ve yazı
İnsan niye yazar?
Onca roman, onca şiir, onca öykü, onca yazı… Hepsi, insan denen varlığı, hayat denen esrarengiz süreci, toplumsal oluşumu, içimizdeki arzuları, yaşamakla ölüm, akılla kalp, ruhla beden arasındaki çatışmayı kavrama çabasından başka ne ki?..
Var olduğundan beri insan, kâinata şaşkınlıkla, bazen aşkla, bazen nefretle, bazen fani oluşun öfkesi ya da acziyle bakıp hikâyesini yazıyor. Bir ney gibi. Evrene salıverilmiş milyarlarca ses, harfler, kelimeler, kağıtlar, kitaplar… Şu romanlardaki, şu hikâyelerdeki kahramanlar, ne anlatır ki bize?.. Öfkelerimizi, heva ve heveslerimizi, merhametimizi, aşkları, ayrılıkları, çılgınlıkları, hafakanları. Dünya bir değirmen taşı gibi dönüyor ve varoluştan beri sözü öğütüyor, un ufak olup havaya karışıyor kelâm. Dinmeyen bir inilti, bir kahkaha zinciri, yıkılışlar, zaferler, yenilgiler…
İlhan Berk, bir söyleşisinde “Ben dünyaya yazılacak bir yer diye bakıyorum” der. Yok ben böyle düşünmüyorum. Dünya bazı hassas ruhlara kendini dayatır, ruhunu cezbeder âdeta, derinliğine çekip ‘beni idrak et’ der. Artık o ‘girdap’tan kurtulamazsınız. O, hayat denen, insan denen sırrın peşine takılıp gidersiniz. Yazmak işte o sırrın peşine takılıp gitmektir. Çölde bir serap! Bir yol bu, o süreçte heva ve hevesi de faniliği de neşveyi de acziyeti de kavrarsınız. Sözün -yazmanın- sonu yoktur ama!
Sonu olmasa da varlığın, hakikatin sırrını........
© Karar
