Eleştiride usûl
Dil, bence ruhun aynasıdır. Kişiliğimiz, kültürümüz, terbiyemiz, bilinçdışımız, bilinçaltımız, dünya görüşümüz, huzursuzluğumuz, neşemiz, sıkıntımız… Kısaca her ‘ben’ kendini kelimelerle dışa vurur. Hele şiir!.. Gerçek şiir içten gelir, taa dipten, kelimelerin altında neler yoktur ki!.. O nedenle mahremdir. İfşa etmekten hazzetmez şair. Mahcuptur çünkü. Günahkârdır. Öfkedir, pişmanlıktır, itiraftır… Ama herkes bilsin istemez, zarif bir örtüyle örter ‘ben’i, şiire özgü bir mahcubiyet örtüsüdür bu. Kelimeleri eğer, büker, âdi idraklerin eline düşmesin ister kalbi. Sadece ona âşina olanlar, eskilerin deyişiyle ‘ehl-i dil’ olanlarla paylaşır ‘iç’ini… Öyle diyor ya şair:
Tûti-i mucize-gûyem ne desem laf değil
Çarh ile söyleşemem âyinesi saf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi saf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Bu beyitlerdeki gibi, şiir, şairle okur arasında gıyaben yapılmış bir söyleşidir. Ama aynası -kalbi- saf olmayanla söyleşilmez, söyleşilemez zaten. Hem sinesi saf olmayana gönül ehli denir mi? Gönül ehli olmayanlara, Behçet Necatigil’in “Edebiyat Matinesi”nde dediği üzere o “çiğ ışık altında” kalbi açmak hiç yeri midir?
Demem şu: Mahremdir ya şiir, muhkemdir ya, herkese kapısını açmaz ya!.. Her eleştirmene de kapısını açmaz!.. Eleştiri teorisi bilmek tek başına şiiri idrâk etmeye, yorumlamaya yetmez. Gerekli ama yetmiyor!.. Onun........
© Karar
