menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Milyonlar için açlık, işsizlik, yoksulluk, bir avuç için eşi görülmedik zenginlik ya da (biraz) ekonomi manzaraları

7 0
06.10.2025

K

uraldır, kapitalizm söz konusu ise “rekabet” vardır. Sadece buzdolabı satıcıları rekabet etmez. Sadece silah sanayiinde yoktur bu rekabet, sadece otomotiv sektöründe yoktur bu rekabet, her mal ve hizmet alanında rekabet vardır ve rekabet, her zaman “tekelci egemenliği” çağırır. Tekelci egemenlik, rekabeti kesinleştirir. Mesela silah sanayiinde, Damat tarafının karşısında bir diğer şirket “casus” oluverir. Assan casustur ama Bayraktar, “ulusal değer”dir. Ayakkabılar rekabet hâlinde iken, belki birinin “kundurası” kayabilir, ama silah sanayiinde ya da mesela inşaat sanayiinde, maden işinde hayatlar kayar, çünkü tekelci rekabet, mafyatik yöntemleri ve devlet şiddetini de içerir.

Evet, sokakta simitçiler de rekabet ederler. Çok daha masumdur.

İşçiler rekabet ederler ve işte bunu yenmek için, açlar, işsizler ve işçiler ordusunun birleşik gücü, örgütlülüğü gereklidir. İşçi sınıfı söz konusu ise rekabeti yenmek, aşmak, eylemle mümkündür. Sermayeye, kapitaliste karşı savaşmayan işçiler, şu ya da bu nedenle kendi sınıf kardeşlerini rakibi olarak görürler. Ama savaşanlar, bu rekabeti aşarlar. Direnişteki bir işçi, göçmen işçinin de kendi sınıf kardeşi olduğunu anlar. Sınıf kardeşliği, kardeşlikten ileridir, çünkü ilkinde eylemli bir birliktelik var, biyolojik değil. Sınıf kardeşliği eylem içinde, mücadele içinde gelişir. Bu nedenle, “eylem birleştirir, rekabet böler” sözü işçiler için, mücadele eden işçiler tarafından söylenmiştir.

Hırsızlıkta da rekabet var mı?

Var elbette.

Zaten tüm özel mülkiyet, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, hırsızlıktır. Kapitalizm, hırsızlık üzerine kuruludur ve sistemin sahipleri, kendi hırsızlıklarını “yasal” (özel mülkiyet kutsaldır), ama kendilerinden bir kırıntı ekmek çalacak olanların “hırsızlık”larını ise “yasa dışı” ilan etmişlerdir. Tüm burjuva hukuk buna dayanır.

Böyle olunca, egemenler, en tepe noktalara, kendi işlerini bilen hırsızların gelmesine ses çıkartmazlar. Kan uyuşması vardır ve olumludur.

Ama bazı dönemler olur, hırsızlık artık gizlenemez ya da gizlenmeye gerek duyulmaz hâle gelir. Bu durumda, hem hırsızlık tüm topluma yayılır, hem de en tepelerdeki hırsızlar, tekelleşerek, tüm hırsızlık sistemindeki rekabeti değiştirirler. Artık, organize hırsızlık vardır ve bu nedenle, çeteler arasında bir zımnî anlaşma yapılır. Buna tekelci gruplar arasındaki anlaşma gibi bakabilirsiniz.

Bu anlattıklarımız masal ülkesinde geçmiyor. Kapitalizmde var ve ülkemizde baştan aşağıya geçerlidir. Bu nedenle, tekeller, tarikatlar, hırsızlar, tüccarlar, devlet görevlileri, kapitalistler, hattâ “iyiliksever” din adamlarından rol çalan “iyiliksever” iktisatçılar, “itibardan tasarruf edilmez”lerin yüksek ahlâksızlık seviyesi için yarışan gazeteciler ve yüksek yargı mensupları, bu süreci daha renkli bir işleyişe kavuşturur. Bir de uluslararası sermayenin farklı gruplarına bağlılık devreye girdi mi, tam bir “orman kanunları”na bağlı rekabet ortaya çıkar.

Gerçektir: Erdoğan’ın mitingine giden bir kişinin, mitinge giderken cüzdanını çalarlar, kalabalık bir haylidir, adam zaten 100 TL almak için mitinge gitmektedir. Cüzdanı çalınınca, elbette “canı” yanar. Onun canı, zaten içinde 500 TL olan cüzdanındadır. Ve o acı ile, “hırsız var” diye bağırır. Bağırır ama, bir hayli dayak yer, “reisi kastetmedim” dese de işe yaramaz. Kalabalık için bilinen, “itibarından tasarruf edilmez” tek hırsız vardır. Herkes, kimin kastedildiğini bilir.

Kalabalıklar böyledir. Açtırlar, işsizdirler ve 100 TL kazanmak için mitinge giderler ve Hırsız’ı değil, hırsız var diyeni dövmeyi daha kolay bulurlar. Ama bir yere kadar bu böyledir. Kendisini bilen, herkesin hırsız olmasını ister, zaten sermaye sahiplerinin nasıl birer hırsız olduklarını bilir.

Koç, Sabancı, Doğuş, Eczacıbaşı, beşli çeteler vb. hepsi bu hırsızlığın uzmanlarıdırlar ve bu nedenle, arada bir ortaya çıkan ağız dalaşını fazla da ciddiye almamak gerekir.

Hırsızlık bir sektör olarak tekelleşince, elbette işler organize işler hâline gelir ve her biri payını alır. Elbette, “en büyük pay peygamberin”dir. Sadece en büyüğü değil, aynı zamanda en kutsalı da onunkidir.

Şimdi, bu durumda, bir avuç egemenin artan zenginliklerinin, aslında işçi ve emekçilerin, milyonların yoksulluğu üzerinde yükseldiğini anlamak çok mu zordur? Zor değildir. Bizim, din adamı gibi tütsü ve dua arasında dolarlarını gizlemeyi başaran iktisatçılarımız, milyonların fakirliği ile bir avuç insanın zenginliği arasındaki bağı bilmezler mi? Bilirler.

DİSK-AR’daki arkadaşlar hesaplamışlar, işçilerden 1.2 trilyon TL alınmış. Yani onların ceplerinden bu para “hortumlanmış.” 1.2 trilyon TL, çok sıfırlıdır ve 1.200.000.000.000 olarak rakamla gösterilir. Buna göre, her işçinin cebinden 75.000 TL alınmış oluyor.

Büyük görünüyor.

Ama hatalıdır, yanlıştır.

DİSK-AR’dakiler iyi ki varlar, ama korkularını yenmelidirler. Bu rakam asla gerçek olamaz.

Bir, bu ülkede vergiyi verenlerin büyük çoğunluğu işçilerdir, çalışanlardır. İşçiler, memurlar (kamu çalışanları) patronlardan fazla kazanmazlar ama daha çok vergi verirler.

Önerimizdir; sendikalar, işçilerin, kamu çalışanlarının maaşlarını brüt olarak almalarını, maaşlarından yapılan kesintilerin (vergi, SGK primi, işsizlik primi........

© Kaldıraç