menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

NATO, Batı savaş makinası ve “demokrasi”

8 0
06.10.2025

Ülkemizin “aydın” kesiminde, ciddi bir ayrışmanın eşiğindeyiz.

Aydın derken, aslında bulanık bir kavram kullanmış oluyoruz. Çünkü sınıf savaşımı, iki sınıf arasında süren ve giderek keskinleşen bir savaşımdır. Ve bu savaşımda, elbette kendine “fikir adamı” diyen birçok kişi, ister bilerek yapsın ister bilmeden, bu iki sınıftan birinin çıkarına uygun, doğrudan ya da dolaylı adımlar atmaktadır.

Eğer tümünü bir başlık altında toplamaya heveslenirsek, büyük yanılgı içinde oluruz. Ama yine de yaygın kullanılan kavram olarak “aydın” biraz ortak paydada toplama hevesini içerir. Oysa bu, gelişimi anlamaktan çok uzak kalmak olur. Eskinin yanılgılarını daha da artırmak anlamına gelir.

“Aydın” diye saymaya başlandığında, Namık Kemal, Mithat Paşa, Ali Suavi gibi Osmanlı’nın son dönemlerinden başlanır sayılmaya, Ziya Gökalp, Akçuralı Yusuf gibi egemen cephenin doğrudan uzantıları eklenir, sonra da Cumhuriyet döneminin yazarları, edebiyatçıları, nadiren çizerleri buna eklenir, ardından da üniversitedeki profesörler bunların arkasına dizilir. Bilerek tek tek isim yazmıyorum. Çünkü derdimiz burada bir liste oluşturmak değil. Ama “aydın” kavramı ile bir “ortak payda”da toplamaya çalışmanın aşılmış olduğunu söylemek isteriz. Bunun için de bugünkü durumu ortaya koymamız gereklidir.

İzninizle biz, öncelikle egemen sınıfın “fikir adamları”na bakalım. Bunlara “fikir adamı” demek de doğru değildir. Ama şimdilik öyle diyelim.

Egemen adına bu işi yapanlar, başlıca üç gruba ayrılabilirler:

Birinci grup, egemen adına, elbette iyi paralar karşılığında, bir çeşit toplumsal manipülasyon işi için sürekli çalışanlardan oluşmaktadır. Bugün bu grup içinde bazı strateji üreten, sosyal araştırmalar yapan şirket/kişiler de vardır (örnek olsun Bekir Ağırdır gibi), bazı tarikat liderleri, dinî alanda uzmanlık kazanmış olanlar da vardır, bazı medya yöneticileri de. Bunlar aslında doğrudan ya da dolaylı olarak NATO mekanizmasına da bağlıdır (Yani başlıkta NATO varken, “aydın”lardan söze başlamamızın bizce bir nedeni var). Peki bunlara “aydın” denilir mi? Eğer “aydın” kavramına bir olumluluk atfediyorsanız, gerçekten de bu soru haklı bir sorudur. Ama Ziya Gökalp, Nihal Atsız, M. Akif Ersoy vb. eğer “aydın” ise, bunlara da “aydın” demenizde bir sakınca olmaz. Bunlar aslında egemenin akıl hocalarıdırlar ve politik-ideolojik perspektifleri, gayet detaylı bir biçimde NATO mekanizmaları içinde hazırlanır. Onlar da burada üretim yaparlar. Bunlar deyim uygun düşerse, egemen adına ideolojik savaşın unsurlarıdır. Soros programının temelinde bunlar vardır.

İkinci bir grup var; “fikir imalatçıları” tarafından militanca yönetilen “troller”dir. Bu troller ordusunu yönetenlerdir. Bunu hafife almamak gerekir. Zira arkalarında büyük “bilişim teknolojileri” (BT) ile uğraşan şirketler vardır: Google, Instagram, facebook, Microsoft, Amazon, Apple gibi. Bunların geniş bir ağı vardır ve aslında birinci gruptakilerle çok kapsamlı bağlara sahiptirler. Burada bir ağ vardır ve bu ağ, aslında toplumsal manipülasyon için büyük işler görebilme kapasitesine sahiptirler.

YouTube ve Google’ın eski çalışanı, yazılım mühendisi Zach Vorhies, Google’ın “Jigsaw teknoloji kuluçka merkezi”nin Ukrayna’ya nasıl yerleştiğini açıklamış ve Sputnik bunu yayınlamıştır. Eylül ayının ilk günlerinde yayınlanan bu haberde şunları okuyoruz: “Jigsaw’ın 2014 yılında Kiev’deki meydan protestoları sırasında Ukrayna medyasını çevrimiçi tutmak ve gösterileri organize etmek için facebook ve Twitter gibi platformların işlevsel kalmasını sağlamak amacıyla Proje Kalkanı adlı bir proje başlattığını hatırlatan Vorhies, şu ifadeleri kullandı:

“‘Fiiliyatta bu, rejim değişikliği operasyonunun iletişim omurgasını şekillendirmeye yardımcı oldu. Jigsaw, 2014 Ukrayna darbesinden sonra geri çekilmedi, aksine daha da büyüdür. 2016 yılına gelindiğinde, ‘sivil söylemi geliştirmek’ için yapay zekayı kullanıyor ve anlatıları etkili bir şekilde şekillendiriyordu. Genel olarak Google Haritalar ve Earth gibi araçlar altyapıyı ve asker hareketlerini izleyebilirken, Google Cache sunucuları yerel ağlara derin erişim sunarak potansiyel olarak ileri siber karakol görevi görebilir.’”

Ukrayna örneği sadece bir örnektir. Ama bize, aslında bu alanda görevli olan şirketlerin, “fikir üreten” kesimlerle nasıl organik bir yapı oluşturduklarını göstermektedir.

Troller, aslında bu grubun içinde sahada militanca mücadele eden lümpen kesimlerden oluşmaktadır. Onlar, daha düşük paralarla her gün iş yapan kişilerdir ve doğrusu hiçbir değerleri olmadığı için, her çeşit saldırıda kullanılabilirler. Zaman zaman, bu ilk iki grup içinde yer alan büyük şirketlerin çıkarlarının çatışması hâlinde, ona uygun da hizmet görürler. Bunlar “aydın” kavramının içinde yer almazlar ama bunlar, bu iki gruptakilerin aparatlarıdır.

Üçüncü grup, yine egemene bağlı, uzmanlardan oluşmaktadır. Üniversitelerin profesörleri, çeşitli hukuk uzmanları, toplumsal arenada öne çıkmış bazı yazarlar, gazeteciler bunun içindedir. Elbette bazı gazeteciler, ikinci grubun içindedir. Ama bir bölümü de burada iş görmektedir. Bunlar, çeşitli yollarla “yemlenmek”tedir. İktisat profesörleri, hukuk uzmanları, gazeteci kimlikli kişiler bu işin içindedir. Eğer, bir iktisat profesörü, bir hukukçu, bir uzman, bir gazeteci, kendileri de benzer işler yaptığı için, bize kızıp, “yahu bizi de bu grubun içine mi atıyorsunuz” diye yakınacaklarsa, onlara söylememiz gereken şey, sizi biz değil, sizi bizzat kendiniz bu gruplardan ayırabilirsiniz. Tutumlarınız bunu sağlar.

Bu üç grup, aslında egemenin örgütlenmesi, yani devlet örgütlenmesi, yani Saray Rejimi örgütlenmesi içindedir. Ve Saray’a hangi bağlarla bağlandıkları, aslında bizden çok onların bildiği bir iştir. Ama hepsi, para ile bağlanmakta, tehditle, şantajla orada durmaktadır. Para (ödül ya da elma diyelim) ve tehdit (şantaj ya da başka bir yol) bunları saraya bağlayan en önemli unsurlardır.

Bu üç grubun içinde hangisinin hangi grupta olduğunu bilmek o kadar kolay değil, doğrusu, gerekli de değil. Mesela İlbey Ortaylı hangi gruba girer? Kendi yerini kendisi bilir. Ama “Uygur Türklerini Kürt bölgelerine yerleştirme” planı ve önerisi, onun ne iş yaptığının somut kanıtıdır. Hangi gruba girip, ne ölçüde maddî olanaklar elde ettiğini, devrim geliştikçe ortaya koymamız mümkün olacaktır.

Bu birinci cephedir.

Bu birinci cephe, egemenin savaş aygıtının içindedir. Hem “yağma, rant ve savaş ekonomisi”ne bağlıdırlar, hem de “içeride ve dışarıda savaş politika”larına bağlıdırlar. NATO ile bağlıdırlar, direkt ya da dolaylı olarak.

İkincisi bizim cephedir, işçi sınıfının cephesidir.

Bu ikinci cephe içinde yer alanlara biz “aydın” demiyoruz, entelektüeller diyoruz. Eğer siz “aydın” kavramında ısrarcıysanız, işte gerçek aydınlar bunlardır.

Sayıları azdır. Bilimi temel alan bunlardır. Birinci cephedekiler gibi karanlık üretim merkezlerinin tam karşısındadırlar ve işçi sınıfının davasında, toplumsal mücadelede doğrudan yer alırlar. Bu doğrudan yer almanın ne denli sıkı bir ilişki hâline geldiği ayrı bir tartışma konusudur. Ama bizim cephenin içinde yer alan entelektüeller, iki sınıf arasında yeryüzü ölçeğinde sürmekte olan savaşımı temel alırlar, kapitalist sistemin ne olduğunu bilirler. Bunu kendi tutum ve davranışlarında da ortaya koyarlar.

Bu iki cephe arasında yer alan, sözü dinlenen, belli bir etkiye sahip “aydın”lar yer almaktadır. Elbette bunların bir bölümü iktisatçıdır, bir bölümü tarihçi, bir bölümü hukukçudur, bir bölümü gazetecidir vb.

İşte ayrışma bu ortada olanların içindedir.

“Ortada olmak”, çoğunlukla egemenden, güçlü olandan yana olmak da demektir. Bunu akılda tutmak gerekir.

Ve işte bu grup içinde bir ayrışma yaşanmaktadır. Kolay değildir, işçi sınıfının cephesinde açık ve net olarak yer almak kolay değildir. Bedelleri vardır. Hele ki, en sıradan bir sözleri onlar için hapis yolu demek iken.

Bunlar elbette Saray Rejimini eleştirmektedir. Kendilerince dayanakları vardır. En önemli dayanakları ise, “demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “Batı değerleri ve Batı medeniyeti”, “insanî değerler” vb.dir. Çok çok “anti-emperyalizm”den söz ederler.

Onlara sorarsanız, “demokrasi”den yanadırlar.

Peki nedir bu demokrasi?

Atina demokrasisi, bir demokrasi idi. Ama herkes bilir ki, Atina demokrasisi köleci bir devlet idi ve köle sahipleri için demokrasi, köleler için katıksız bir diktatörlük idi. Kölenin “fikri” olmazdı, ona soran da hiç bulunmazdı. Köle sahiplerinin yönetim, egemenlik biçimlerinden biriydi Atina demokrasisi.

Her devlet,........

© Kaldıraç