Orhan Kemal’in haberci olarak portresi: Kenar mahallede bir ‘Gasteci Beğ’
Tam 65 yıl önce bugünlerde Orhan Kemal’in “İstanbul’dan Çizgiler” adlı röportaj dizisi Son Havadis gazetesinde yayımlanmaya başlamıştı. Basın tarihimizin bu anlamlı yıldönümünde, daha çok edebiyatçı yönüyle tanınan Orhan Kemal’in, “Gasteci Beğ” olarak portresini hatırlayalım.
Türk edebiyatının çizgidışı kalemi Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nden çıkarken ardında bıraktığı mahpus şair ustası Nazım Hikmet için yazdığı şiirin bir bölümünde şu dizeleri kaleme alır:
26 Eylül 1943
Seni yapayalnız bırakıp hapishanede
bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken
koşacağım memlekete.
Ve tren bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,
gözü yaşlı bir genç kadına
beş senenin ardından
kocasını getirecek.
Orhan Kemal (asıl adıyla Mehmet Raşit Öğütçü), tam da “Nazım Hikmet’e” şiirinde belirttiği gibi 26 Eylül 1943’te memleketi Adana’ya gelir. Cezaevi yıllarında Orhan Raşit ve Raşit Kemali adlarıyla şiirleri, öyküleri dergilerde yayımlanan yazar sonrasında Orhan Kemal adıyla edebiyat dünyasında tanınır.
Cezaevi sonrasında da öyküleri dergilerde yer bulmaktadır. Tek Parti Dönemi’nin anti-komünist tutumunun yanında Orhan Kemal, muhalif bir babanın (Abdülkadir Kemali Öğütçü) oğlu olması nedeniyle de baskı altındadır. Adana’da iş kapıları yüzüne kapanmaktadır. Sürekli takip altındadır.
1940’lar: Adana’da geçici hamalken “kalemiyle geçinmek için” İstanbul’a taşındı
Arada iş bulduğu da olur elbette. Kemal Sülker’e yazdığı bir mektupta şunları anlatır:
- İş buldum. Sicilimin üstündeki yazıyı aynen şuraya alıyorum: TC-Münakalat (Ulaştırma) Vekaleti- Devlet Demir Yolları İşletme Umum Müdürlüğü, Adana Şehir İstasyon – Muvakkat (Geçici) Hamal. Sıra Numarası 1049…. Yukarıdaki resmî yazıyı taşıyan mavi zarfı hayatımın yegâne namuslu vesikası olarak saklayacağım. Asli hamal bile değilim, muvakkat hamal.
Nisan 1944’te hamal kadrosundaki işi bildiren Orhan Kemal, kimi zaman Adana dışında olmak üzere linç girişimlerine, tehditlere, işsizliğe 7 yıl dayanır. 1949’da babasının da ölümüyle Adana’da kalması hem zorlaşmış hem anlamsızlaşmıştır. 1951 yılında da kendi ifadesiyle “kalemiyle geçinmek için” İstanbul’a göç eder.
İstanbul’a taşındığında ikisi roman (Baba Evi, Avare Yıllar), ikisi öykü (Ekmek Kavgası, Sarhoşlar) dört kitabı olan bir yazardır. Ancak üç çocuk babası olarak geldiği İstanbul’da “ekmek kavgası” hayli güçtür. Adana’daki dar ortamdan uzaktır. Geçimini sağlamak için başvurduğu ilk alan, doğal olarak gazeteler olur. Daha önce “İşçi Hakkı” gibi sol-sosyalist yayınlarda roman tefrikası ve öyküleri yayımlanmış, bu sayede Adana’dayken bir çevre edinmiştir.
1952: İlk gazetecilik eseri, sinemacılarla röportaj
Araştırmalarımız Orhan Kemal’in gazetecilik adına yaptığı ilk çalışmanın 1952’de İstanbul Ekspres gazetesi için hazırladığı “Yerli Filmcilerimiz Arasında Büyük Röportajı” olduğunu gösteriyor.
Orhan Kemal bu kapsamda, dönemin önemli yapımcı, yönetmen, dublaj sanatçısı ve oyuncularıyla röportajlar yapar. Konuştuğu isimler arasında Aydın Arakon, Atıf Yılmaz, Naci Duru (Duru Film Sahibi), Temel Karamahmut, İhsan İpekçi (İpekçi ailesi), Turgut Demirağ (And Film Sahibi), Nazif Duru (Atlas Film Sahibi), Osman Seden (Kemal Film Sahibi), Zenne Necdet (Necdet İnce) ve Şakir Sırmalı gibi isimler yer alır. İlk röportaj, 22 Ağustos tarihinde yayımlanır, sonuncusu ise 14 Ekim tarihinde Ferdi Tayfur iledir.
Orhan Kemal’in bu röportaj dizisine bakılırsa o dönemde çoğu sinemacı, ortak bir noktada buluşuyordu: Türkiye’de yeterince nitelikli senarist yoktu. Filmlerin büyük bir kısmının kötü senaryolarla yapıldığından şikâyetçi olan sinemacılar, senaristlerin çoğunlukla roman ve öykü dünyasından geldiğine dikkat çekiyorlardı. Çünkü o dönemde senaryo yazımına en yakın meslek grubunun bu yazarlar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Atıf Yılmaz ise bu konuda oldukça net bir ifadeye sahip: “Senaryolarımız berbat. Senaryo yazarlığı çeşitli bir meslek hâline gelmedikçe, filmlerimizin düzelmesine imkan yoktur. Modern hikâyecilerimizin bu işe iltifat etmeleri lazım.”
“Böyle tesirli sendikalarımız olsa, prodüktöre karşı nasıl bir kuvvet olurduk”
Atıf Yılmaz’ın dikkat çektiği bir nokta da meslekî örgütlenme. Her şeyin prodüktörlerin isteğine göre işlemesinden şikâyet eden ünlü yönetmen, Orhan Kemal’e verdiğim demeçte şunları söylüyor:
- Batı memleketlerinde olduğu gibi artist ve rejisörlerin hatta senaristlerin, birer sendika kurarak, hak ve haysiyetleri sermayedara karşı savunmaları lazım. (…) Londra’da sendikanın müsaadesi olmadıkça, değil hariçten artist, ne bir köpek, hatta ne de bir kuş alıp rol verilmezmiş. Düşünün, böyle tesirli sendikalarımız olsa, prodüktöre karşı nasıl bir kuvvet olurduk!
Senaryolar dışında, yapım sürecine dair şikâyetler de dikkat çekiyor. Aydın Arakon, kendi filmlerinin içine sinmediğinden söz ederken, prodüktörlerin para kazanmak için risksiz yollar aradığını, bunun da çıplak kadın sahneleriyle sağlandığını belirtiyor. Naci Duru ise prodüktörlerin yalnızca para kazanmayı amaçlayan yetersiz kişiler olduğunu ve bu kişilerin sinemaya zarar verdiğini ifade ediyor. Özellikle Arakon’un “açık saçık filmler” üretme fikrini eleştiriyor.
Temel Karamahmut ise devletin sinemaya katkı sağlamak bir yana, adeta engel olduğunu söylüyor. Karamahmut, Irak’ta Ortadoğu’nun en büyük film stüdyosunu kurulmuş olsa bile, devletin bu alandaki olumsuz etkisini vurguluyor. Haldun Taner’in de senaryo yazmak için Erman Film’e başvurduğu bilgisi, sinemanın gelişimi açısından önemli bir detay olarak öne çıkıyor. Öte yandan Turgut Demirağ, devletin sinemaya olan desteğinin şart olduğuna inandığını belirtirken tecrübeli yönetmenlerin sayısının az olduğunun altını çiziyor.
Osman Seden ise devletin, özellikle “açık saçık” filmlerle mücadele etmesi gerektiğini savunuyor ve “Şehvet karaborsası yapanlara aman vermemelidir” diyerek bu tür filmlerle ciddi biçimde mücadele edilmesi gerektiğini belirtiyor. Nazif Duru, o dönemde Türk yapımı filmlerin Kıbrıs ve Yunanistan gibi yerlerde büyük ilgi gördüğünü, ancak bu ilginin de aslında Anadolu’da görülen gibi açık saçık sahnelerle ilgili olduğunu ekliyor.
Orhan Kemal, 1954 yılında Akşam gazetesinde jüri toplantısında. Gazete, dönemin önemli edebiyatçılarının jüri olduğu şiir yarışması düzenler. Fotoğrafta görülenlerden ayaktakiler soldan sağa: Melih Cevdet, Orhan Kemal, Celal Sılay, Oktay Akbal, Fikret Âdil, Vâlâ Nurettin, Şevket Rado. Alt sırada soldan sağa: Salah Birsel, Asaf Hâlet Çelebi, Hüsamettin Bozok ve Fazıl Hüsnü Dağlarca. (Kaynak: Hıfzı Topuz)Orhan Kemal’in sorduğu sorular, sinemacıları samimî cevaplar vermeye yöneltirken, aslında bir yandan da bu........
© Journo
