menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şaşkınlık Ustası

18 0
11.10.2025

ÇOBAN çocuğu idi.

Yürümeye başlamadan önce bile babası onu yayına alırdı. Sürüden hiç ayırmadıkları emektar eşeklerinin üzerine serdikleri heybenin bir gözünde azıkları diğer tarafındaysa kendisi olurdu.

O yamaç senin bu otlak benin demeden sürekli koyunlarını yayarlardı.

Gündüzün sıcağı tüm şiddetiyle bastırdığında büyük bir ağacın gölgesine çekilir koyunlarını dinlenmeye bırakırdı. Babası işte o zaman onu heybesinden indirir iki saat kadar o gölgede oynarlardı.

Sonra rüzgâr serin esmeye başladığında koyunları kaldırır akşama kadar otlatmaya devam ederdi.

KAVAL çalardı babası.

Kulağına çalınan ilk melodik ses babasının koyunları suya indirdiği zaman üflediği kavaldan cihana yayılan ses olurdu. Çoban bunu bir başka keyifle yapardı. Önce heybeden çıkarır mendiliyle itinayla siler ardından kontrol eder ve nefesini kavalla buluştururdu.

Küçük çocuk o sesin hiç bitmesini istemezdi. Zaten o anın gelmesini iple çekerdi.

Koyunlarda sanki kavalın sesini bekler gibiydiler. Kendilerini bu ahenge bırakır doya doya su içerlerdi.

En son koyunun su içmesi bitene kadar babası üflemeyi sürdürürdü.

Sonra aynı şekilde mendiliyle siler itinasından bir şey kaybetmeden tekrar heybedeki yerine koyardı.

EMEKLEMESİNİ, yürüme denemelerini hep koyunların arasında yeşil yaylalarda gerçekleştirmişti.

Annesinin ayakları genç yaşlarda kötürüm olmasa, evin içinde vücudunu sürükleyerek işlerini görmese belki çocukluğu başka türlü olurdu ama onun nasibi dağlardı işte.

Arkadaşlarının mektebe gitmesini, okulun bahçesinde teneffüslerdeki curcuna içinde koşuşturmalarını, yerde beştaş oynamalarını uzaktan........

© İstiklal