Güzel Kurtarıcı Ruhsar
YİRMİ İKİ yaşında evlenmişti.
Doğruyu söylemek gerekirse annesi kendisine bu teklifle geldiğinde minik bir tereddüt geçirmişti. Görüp tanımadığı, huyuna suyuna vakıf olmadığı, neye üzülüp neye sevindiğini kestiremeyeceği, nelere öfkelenip kızacağını bilmediği biriyle hayatını nasıl birleştirecek dahası bunu güzellikle nasıl sürdürebilecekti ki…
Buna benzer pek çok sorunun hücumuna uğramış ve bir anda sendeler gibi olmuştu. Yalnız bildiği bir şey vardı. Annesi çok asil bir ruha sahipti. Bu yaşına kadar babasıyla olan münasebetlerinde bırakın seslerinin yükseldiğini, sevgiyle birbirine bakan gözlerinde bir bulutlanma bile olmamış, yüzleri hiç düşmemişti.
Çevreden duyduğu birbirine küsen, kaprislerde boğulan, uzatılmış nazlarla sabırların zorlandığı ve giderek bencilliğe evrilip ego savaşlarına dönüşen durumlara uzaktı. Hiç tanık olmamıştı. Burada elbette erkeğin rolü önemsiz değildi ama esas eksen kadının kişiliği, tutumu, hayata bakışı ve kavrayışıyla olayları sevk ve idare etmesindeki yüksek maharetiydi. Annesinde bu kudretli dirayeti gördüğünden hemen hayır diyememişti.
…
RUHSAR idi adı.
İlk tanıştıklarında içinden “Adı Ruhsar, ruhumu sarar” diye düşünmüş ve iyi yanlarına odaklanmıştı. Esasen onu rahatsız eden, kalbine ters düşen, içine vehim düşüren en minik bir durum söz konusu olmamıştı. Sadece bir ara “Bir insan hem bu kadar güzel hem de bu kadar iyi kalpli olabilir mi?” suali geçmişti ama itibar etmeyip hemen savuşturmuştu. Bir daha da bu vesvese hiç gelmemişti.
…
YÜZÜ ay gibiydi. Yanakları Amasya elmasını andırır bir kırmızılıktaydı. Çehresi ise güven telkin eden bir ifadeye malikti.
Esasen kendisi de kötü değildi. İyilik avcısıydı. Her şeye güzel bakar ve hayır görürdü. Yine de........
© İstiklal
