28 Yıllık Haluk Nurbaki Hasreti
İLK defa Sakarya Eğitim Vakfı’nın Adapazarı’nda düzenlediği bir konferansta kürsüde konuşurken görmüştüm. Zaten Zafer Dergisinde yazılarını hayranlıkla okuduğum bir ilim adamının halka karşı gönül gündemini aktarırken duyduğu muhteşem bir kalbî heyecanın neticesinde nasıl “Şehinşah” olduğunu görmek bir yandan yüreğimi kanatlandırıp havalandırırken diğer taraftan da kendim için nasıl ulaşılamaz, kavuşulamaz, muhatap olunamaz ve soru sorulamaz olduğunu da içten içe hissederek derin ümitsizlik derelerine yuvarlıyordu.
Bu benim yanık bir fiili duam hükmüne geçmişti.
Nurbaki Hoca Ankara’dan İstanbul’a taşındı. Derginin İstanbul Şubesi çalışanı olarak kendisinden yazılarını almak için evine gitme görevi bana verildi. Daha sonraki yıllarda çalışma mekânım haline gelecek olan Feneryolu semtine ilk kez bu vesileyle gitmiştim. Bulmak kolay olmadı ama neticede buldum ve kapının ziline bastım. Kapıyı kendisi açtı ve yeni sayı için kaleme aldığı başyazıyı verdi.
İlk rûberu yakın temas bu şekilde gerçekleşmişti.
…
SIRADAN bir karşılaşma değildi elbette.
Hayatımın dönüşümünün ilk rüzgârı ile temas etmiştim. Saçlarımı değil kalbimi dalgalandırmıştı bu rüzgâr. Gönlümün yanık duasının kabulünün ilk işaret fişeği çakılmış ve dönüşüm işlemi başlamıştı.
Ve bu kendini bulma eylemi yedi yıl devam etti. İçten içe, derinden derine…
Sükûnetle… Acelesiz. Adım adım…
İMAN âbidesiydi.
İlmin izzeti ve kalbin heybetiyle karar kılmış bir metin olma hâli vardı üzerinde.
İyi huyu gözlerinden pırıltılar şeklinde kendisini dışarıya bırakırken Muhammedî karakteri güzel ahlakla bütünleşmiş bir biçimde tecessüm ediyordu âdeta.
Nuru bâki kılmak böyle bir şeydi demek ki.
İman nöbeti tutarak şer ve şeytanın........
© İstiklal
