İsrail'in Meydan Okumalarına Karşı Müslümanların Geliştirmesi Gereken Stratejiler
Avrupa Yahudi milliyetçiliği olarak doğmuş olan Siyonizm hareketi, özellikle 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte bölgesel bir ideoloji olmaktan çıkarak küresel ölçekte siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel bir hegemonya aracı hâline gelmiştir.
Bu hareket ve ideoloji, sadece bir “yurt edinme” meselesi olarak görülmemeli; Filistin toprakları başta olmak üzere, tüm Ortadoğu hayat sahasında İsrail ve iş birlikçilerinin ön açıcı desteğinde yayılmacı, güvenlikçi ve askerî-politik-ekonomik emperyalist ortak hedefleri ve çıkarları doğrultusunda genişletilmiş bir alan kontrolü stratejisi olarak okunmalıdır.
Siyonizm'in meşrû bir milliyetçilik hareketi mi yoksa emperyalist sömürgeci bir proje mi olduğu sorusu, Filistinlilerin maruz kaldığı gerçeklerle cevap bulmaktadır.
Gerek İsrail’in yürüttüğü yerleşim politikaları ve abluka, gerekse “Arap Baharı” sonrası oluşan jeopolitik boşluklar, Filistinlilere yönelik saldırılar; Filistinlilerin topraklarını işgal eden, uluslararası hukuku hiçe sayan ve insan hakları ihlallerini sistematikleştiren bir projeye dönüşen Siyonizm hareketinin oluşturduğu Gazze'deki kabullenilemez durum ve insan kıyımı, Batı Şeria'daki yerleşim politikaları ve sivillere yönelik saldırılar, bu hareketin artık bir "güvenlik meselesi" ve savunma hareketi değil, Talmudik üstünlük iddialarına dayanan, "vaat edilmiş topraklar" mitiyle meşrulaştırılan ve emperyal niyetler taşıyan bir strateji olarak şekillendiği Büyük Ortadoğu Projesiyle projelendirilen bir sömürgeci genişleme stratejisi olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda Müslüman toplumlar, özellikle öz Türkler ve Türk dünyası için kaçınılmaz bir görev, Siyonizmin tarihî arka planını, düşünce ve inanç yapısını, yüzyıllık yapılanmalarını, güncel uygulamalarını ve uzun vadeli hedeflerini hem akademik hem toplumsal hem kurumsal hem de politik düzlemde derinlemesine analiz edebilmektir.
Müslüman halklar, bilgi temelli bir farkındalıkla yalnızca duygusal tepkiler değil, aynı zamanda yapısal çözümler üretmelidir. Bu noktada medya, eğitim ve kültürel üretim alanlarında Siyonist anlatıya alternatif söylemler geliştirmek, Filistin ve insan meselesini sadece bir “Müslüman sorunu” değil, evrensel bir insan hakları ihlali olarak tüm dünyaya anlatmak gereklidir.
Hakikî Türklerin öncülüğünde, İslâm İş Birliği Teşkilatı ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi platformlarda çok yönlü diplomatik, kültürel, siyasî ve finansal stratejiler geliştirilmelidir.
İslâm İş Birliği Teşkilatı ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi platformlarda diplomatik iş birliği güçlendirilmeli, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde hukuki mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir.
Sadece söylem üretip açıklama yapmak değil, aynı zamanda yapısal ve kurumsal tedbirler almak da hayatî önem taşımaktadır. Ekonomik bağımsızlık, savunma sanayiinde millîleşme, enerji güvenliği, Ar-Ge yatırımları, doğru bilgi kaynakları ve dijital iletişim araçlarında yerli altyapıların kurulması, Müslüman ülkelerin dışa ve Yahudi finansörlere bağımlılığını azaltacak ve Siyonist projelere karşı stratejik bir direnç sağlayacaktır.
Hukuk alanında ise İsrail’in Gazze’de........
© İstiklal
