Kıssadan Hisse
Okuduğum bir kıssayı sizlerle paylaşayım, dedim:
Tek oğlu bulunan varlıklı bir çiftçi yaşlanıp yatağa düşer ve oğluna: “Yatağın altında, içi altın dolu iki kese var. Bunlardan biri senin, diğerini de memleketin en büyük eşkıyasının. Memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin bu kese altını. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir! Yerine getiresin!
Yaşlı adam bir kaç gün sonra ölür. Oğlu, memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için yola koyulur, başlar ülkeyi dolaşmaya. Nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrenir ve bu şekilde aylarca dolaşır. Nihayet, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili bir köşesinde çok namlı bir eşkıyanın adını işitir ki Allah böylelerinin şerrinden saklasın, köylüler korkularından ismini bile fısıldayarak söylerler. Hükmettiği yedi dağın yamaçlarının onun öldürdüğü insanların cesetleriyle dolu olduğunu öğrenir. Delikanlı, bundan daha canavarı olamaz', deyip eşkıyanın yaşadığı büyük dağa doğru yola çıkar. Kış kıyamet delikanlı dağa varır. Eşkıyanın adamları "Tek başına bu dağda ne gezersin bre ahmak?" derler. Delikanlı "ağanıza bir hediye getirdim" deyince adamlar onu yedi dağın eşkıyasının karşısına çıkarırlar. Eşkıya hakikaten dedikleri kadar vardır. Delikanlı cesaretini toplayıp babasının vasiyetini anlatır ve koynundan altın dolu keselerden birini çıkarır: "Ağam, bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul edin.”, der. Eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirir: "Sevdim seni delikanlı! Safsın, temizsin, dünyadan haberin yok! Benim namım bu dağları sarmıştır, lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha bulunur. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz. Sen şimdi geldiğin yoldan geri dön, şehre var, Kadı Efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkıyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi de ona ver! Sonra eşkıya adamlarına döner: "Bu yiğidi, başına bir iş........
© İstiklal
