Din ve Ahlak
Günümüzün bir numaralı serzeniş konusu “ahlak”!
En sık duyulan ifadeler, “bizden bir şey olmaz”, “nasıl bu hale geldik?”, “toplum/millet ahlaksız”…
Bu ifadeleri çoğaltmak mümkün.
Tespitleri kısmen doğru, toplumumuzda genel manada bir çürüme, kokuşma var. Adına “ahlaksızlık” dediğimiz birçok davranış sergilenir oldu.
Peki, Ahlak dediğimiz nedir?
İnsanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümüdür. Bu kişide huy olarak da bilinen iyi ve güzel olan niteliklerdir. Ahlak, başka bir ifadeyle akıl, arzu/haz ve öfkenin makul sevide tutulmasıdır.
Makul seviye ise; toplum tarafından kabul edilmiş normların belirlediği çerçevedir. Bu noktada normların oluşmasında “din/inanç” gibi sınırlayıcı ve bağlayıcı kuvvetler etkili olmaktadır. Özetle din ve ahlak doğrudan birbiriyle ilişkilidir.
Eğer ahlak öğretiminde bir sorun varsa demek ki “dini” eğitimde de bir sorun vardır.
Durum tespiti yapmak adına, mesenin kökenine uzanmak istiyorum. Tanzimat’a kadar gitmek gerekir. 1841 Londra Anlaşması sonrası Osmanlı İmparatorluğunda “batılılaşma” hareketi başlamıştır. Eğitim sistemi de bu dönemde nasibini almıştır.
1857’de bugünkü adıyla Milli Eğitim Bakanlığı yani “Maarif-i Umumiye Nezareti” kurulur. Böyle bir nezaretin kurulması, kimi görüşe göre “dinin eğitimde sahip olduğu alanın daralmasına, İlmiye’nin görevlerinin sınırlanmasına, bir nevi eğitimde dünyevileşmenin başlamasına, ayrıca eğitimde yeni kurumların oluşması din eğitimi probleminin kendiliğinden ortaya çıkmasına sebep olmuştur”, derler.
Nitekim bazı bürokratlar bu dönemde, İslami uygulamaları geri kalmışlık olarak nitelendirmişler ve bu saikle eğitimin bir parçası olan dini argümanları yavaş yavaş sistemden çıkarmışlardır. Cumuhuriyet dönemine kadar bu ayrışma devam etmiştir. Cumhuriyet sonrasında ise “laik”lik ilkesi gereğince eğitim sistemi modernleşme(!) konusunda hız kazanmıştır. Bu dönemden sonra din eğitimi ile modern eğitim........
© İstiklal
