menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kütük

41 0
08.06.2025

Kırk beş plakalı bir arabayla gelen yabancı, aldığı tarife göre köyün ortasındaki oluklu pınarı buldu. Elini yüzünü yıkadı ve kana kana suyunu içti; yorulmuştu. Etrafına baktı kimseleri göremedi. Gün içinde herkes tarlada olurdu. Pınarın karşısında bir evin önünde beton bir yükseltinin üzerine oturdu ve bir gelen olur diye beklemeye başladı. Yorgunluktan, oturduğu yerde içi geçmiş ve rüya bile görmüştü…

Aradan hayli zaman geçti. Tek tük insanlar görünmeye başladı. Önünde bulunduğu evin sahibi geldi. Selâm verip eve davet etti. İçeri girmeyecekti fakat ev sahibinin ısrarına dayanamadı ve biraz soluklanmayı uygun buldu. Hoş geldin safa geldin! Kimlerdensin, daha önce sizi buralarda görmedim.

Burası benim annemin ve babamın köyüymüş. Biz, aklımız ereli buraya geldiğimizi hatırlamıyorum. Rahmetli babam ve annem yıllar önce hep beraber buraya geldiğimizi söylüyorlar ama bende hiçbir iz kalmamış…

Tanıştılar, sağdan soldan biraz sohbet ettiler. Yıllarca deden, buralarda benim bildiğim bileli yalnız yaşadı. Çok sevdiği eşi vefat edince, kız kardeşi ona, maddi manevi, her türlü, sahip çıktı, çıkmasına da…

Başı önde uzun uzun düşündükten sonra; her ne kadar hatıramız olmasa da bizim bir köyümüz varmış! Yabancı, bana biraz dedemi anlatır mısın? Dedi…

Başladı anlatmaya. Sıcak bir yaz günü, Bir anda gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanmıştı. Yağmur ha yağdı ha yağacak… Her yer toz duman birbirine karıştı ve gökten boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Çok sürmedi, yaz yağmuru derler ya tam da öyle. Toplam sadece yarım saat… Fakat öyle bir hiddetli ve şiddetliydi ki bunun böyle olacağı belliydi.

Uzaklardan bir kadının bağırıp çağırmasıyla anlaşıldı ki sel, bulanık çamur gibi köpük köpük önüne katmış olduklarıyla, köyün içine doğru korkunç bir şekilde ilerliyordu. Küçükbaş hayvanlar ve dağdan getirdiği ağaçlarla bir küçük tufan yaşanıyordu… Büyük bir ağaç kütüğü bir evin önüne takılmıştı. Selin önünü açmak için ağacı, komşular olarak, köyün erkekleri, hep birlikte kenara, bir evin önüne çektiler. Köyde bu sel felâketi uzunca bir süre konuşuldu durdu…

Selin akıp gitmeye çalıştığı yer, köyün ortasında, su birikintilerinin oluşturduğu, aslında küçük bir derecikti. Kendi halinde akan pınarların sularıyla besleniyor, köyün her türlü hayvanının susuzluğunu giderecek kadar elzem olduğu herkes tarafından biliniyordu. Köyün tam ortasında ve bu dereciğin iki yakasında; gün yakada dedenin, kuz yakada bacısının evleri vardı. O günlerde selden kurtarılan kütük bacısının evinin önüne çekilmişti.

Deden, eşini kaybetmişti. Üzüntüsünden Leyla’sını kaybetmiş Mecnun gibi o tarla senin, bu tarla benim, kendini bazen dağlarda bazen de ovalarda, insanlardan uzakta ve ıssız köşelerde, yanık yanık türküler söyleyerek, oyaladı durdu… Her akşamüzeri köye döndüğünde, bacısı yolunu gözlerdi. Geldiğini görmüşse, hemen oracıkta evin önündeki kütüğün üzerinde bile olsa, bir tabak yemeği kendisine ikram ederdi. O yemeğini yerken iki kardeşin sırlarına ortak olan, üzerine oturdukları selin getirdiği kütüğün dili olsa da konuşsa.

Birbirlerine hiç kıyamazlardı. Ne de olsa, karındaş idiler… Eşini kaybetmiş olduğundan, o, yüreğinin ince sızısıydı. Çocukları varmış, fakat aynı köyde olmadıklarından, pek gelip gitmediklerini biliyoruz. Biraz gönül kırgınlıkları varmış galiba kendi........

© İnsaniyet