Kendini Ararken
Şubat ayı ve soğuk bir kış günü. Her eşyanın altına bakarak, dip köşe, köşe bucak bir şeyler arıyordu. Ne oldu, ne yapıyorsun, diyerek onu durdurmaya çalıştılar. Çabalar boşunaydı. Yoruldu kaldı, fakat bir türlü durmuyordu.
Sakinleşmesi için beklediler. Bir iğnenin etkisi ne kadar sürerse o kadar. Uyandığında, ben nerdeyim diyerek uyanmış olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. İyi misin, dediler. İyi olduğunu, yorgun olduğunu ve biraz yalnız kalmak istediğini söyledi. Yanındakiler daha sonra yine uğrayacaklarını söyleyip ayrıldılar.
Uyudu; kaç gündür uykusuz geçen geceler, beynini ve zihnini yormuştu. Saatler sonra, belki ertesi günü, kendiliğinden uyandığında, ruhu ve bedeni biraz olsun sakinlemişti. Dinlenmiş olarak kalktı. Bir kahvaltı ile güne başladı. Kahvesini içerken, birkaç gündür olup bitenler, aklından ve zihninden bir bir kurtulmaya çalışıyordu. Gitmek isteyenlere izin verdi. Bir daha dönmemek üzere…
Konuşacaktı elbet, konuşulacak çok şey vardı. Bir şeyler söylemek ister misiniz, dediklerinde, şimdi değil, dedi. Haddini bilirdi. Onca konuşan ve konuşması gereken varken, o, sadece konuşmuş olmak için konuşacaktı. Zamanı israf etmek istemiyordu. Şimdilik dinlemede kalmayı tercih etti. Küçük yaştan bu yana konuşmaktan daha fazla dinleyici olarak yaşamda konumlandı.
Üç yaşına kadar yaşadıklarını büyüklerinden öğrenmişti. Hiç mi iyi bir şey olmamıştı? Hakkında hep kötü şeyler anlatıyorlardı. Oysa her çocuk altı yaşına kadar ailenin ve çevrenin öğretileriyle oluşmuş bir eserdir.
O, üç yaşına kadar ağzında yalancı bir emzikle dolaşmıştı. Evde veya sokakta hiç fark etmezdi…
Büyüklerine kızgınlığı, bağlanmış olduğu en değerlisini ağzından almalarıydı. Yarım yarım konuşarak kendilerine veya bir başkalarına küfretmesini istiyorlardı. Sonra da iyi bir şey yapmışlar gibi gülüyorlardı. Onların kendine gülmüş olmaları hoşuna gitmediğinden, bağlanmış değerlisini, daha bir hırsla emerdi.
Bundan sonra, köyde, sokağa çıktığında, olacaklar belliydi. Büyüdüğünde de kendisinin hatırlamadıklarını, ısrarla anlatmaya çalışırlardı. En son onlarla görüştüğünde, ısıtıp ısıtıp önüne getirdikleri şeyleri duymaya tahammülü kalmamıştı.
Hadi ben o zamanlar çocuktum, sizin bu hadsizliğinize ne demeli, diye sesini yükselterek serzenişte bulundu. Eserinizden memnun musunuz?…
Bir gün evde telâş vardı. Ev halkının birçoğu üzgündü. O, gözden uzakta, kenarda, köşede bir yerde uyuyakalmıştı. Yokluğu fark edilmemişti bile. Uyurken ağzında onsuz olamadığı yalancı aygıt, bir ara ağzından çıktı. Tahtaların arasından aşağıya, hayvanların olduğu yere düştü. Uyandığında olmadığını fark etti ve ağlamaya başladı. Saatlerce ağladı ve onu kimse susturamıyordu. İlk defa böyle bir şey oluyordu. Genelde evde çok fark edilmeyen, sessiz, sakin üç yaşında bir kız çocuğuydu…
O gün ne olduysa oldu; kendini fark ettirinceye kadar, ağlamaktan yoruldu. Kızaran bir çift iri gözlerle ve yırtılmış gibi boğazında boğuk bir sesle iç çeke çeke direniyordu.........
© İnsaniyet
