Mevlid ve Kardeşleri
İslam dininde Hz. Allah’tan sonra ikinci varlık Hz. Peygamber, üçüncüsü de Hz. Kur’an’dır. Okumak ve çağırmak anlamına gelen Kur’an’ı, son peygamber, insanlara aktarmış, anlatmış ve oradaki ilâhî ilkeleri bizzat yaşayarak ümmetine örnek olmuştur.
Hz. Peygamber efendimizin söz ve davranışlarını -kendilerinin âlem-i cemâle intikalinden sonra- farklı tasniflerle bir araya getiren hadis kitapları bir tarafa, zaman içinde İslâm coğrafyasında onunla ilgili farklı harf ve dillerde pek çok kitap türü, kültür tarihimize ve kütüphanelerimize intikal etmiştir, bugün de etmektedir. Âlemlere / insanlara rahmet olarak gönderilen bir Peygamber’i tanımak ve ona gönülden tabi olmak, Allah sevgisinin ön şartı olduğunu Kur’an bize bildirmektedir. (Bk. Ali İmran, 3/ 31) Yani medeniyetimizin ilim irfan ve sanat hayatı ile Peygamber efendimiz arasında çok güçlü bir bağ vardır.
Şimdi kültür tarihimizde doğrudan onunla ilgili olarak kaleme alınan kitap türlerinden birkaç tanesini zikredeceğiz. Şu hususu da hemen ilave edelim. Konumuzla ilgili şiir ve kitapların yazımı günümüzde de devam etmektedir.
Siyer: Hz. Peygamber’in hayatını anlatan kitaplar. Arapça, Farsça pek çok eserin yanında ilk Türkçe Siyer-i Nebi Erzurumlu Mustafa Darir tarafından 1388 tarihinde Mısır’da yazılmış ve Memluk Sultanı Berkuk’a takdim edilmiştir.[1] Umur Bey’in 1449 tarihinde Bursa’da kurduğu kütüphanede bulunan Türkçe kitaplardan biri de budur. Vesiletü’n-necat ’tan 30 sene önce kaleme alınan bu eser Süleyman Çelebi’yi yönlendiren eserlerin başında yer alır. Bu tip etkilenmeleri tabii karşılamak gerekir. Birbirine çok benzeyen birkaç beyit örnek verilebilir. Birinci beyt Darir’in ikincisi Çelebi’nin:
Evimden göklere bir nur çıktı
Cihan ol nurıla mestur oldı
Didi bir nur çıkdı evden nâgehan
Âşikâra oldi cümle ins u cân
*
Susadum su diledim içmeğe ben
Elime sundılar kıf şerbet ile
Susadım su diledim içmekliğe
Virdiler bir şişe dolu şerbeti
*
Ulu peygamber oldur Hak resûli
Anı her kim göremez gözi kördür
Şeksüz ol bir musavver nur idi
Anı görmez kim şular ki kör idi
Günümüz İmam Hatip Liselerinde okutulan derslerden birinin adı Siyer’dir.
Na’t: Ahmed Yesevî ile başlayan ve Hz. Peygamber’i şiirle tasvir eden eserler. Bütün divanlar Hz. Allah’ı anarak yani tevhid ve münacaat ile başlar, sonra Hz. Peygamber’i överek yani na’t ile devam eder. Şair Nâzım, Salahaddin Uşşâkî gibi bir değil, beş değil yüzlerce na’t yazan şairlerimiz de vardır.
Mehmet Akif’in bir Mevlid kandilinde 28 Ağustos 1928 tarihinde Mısır’da kaleme aldığı “Bir Gece” isimli şiire Na’t gözüyle bakılabilir. İlk ve son beyti şöyledir:
Ondört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi
Medyundur o ma’suma bütün bir beşeriyet
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!
Cumhuriyet döneminde yazdığı na’t ile meşhur olan şairimiz ise Arif Nihat Asya’dır:
Seccaden kumlardı
Devirlerden diyarlardan
Gelip göklerde buluşan ezanların vardı
Mescid mümin minber mümin
Taşardı kubbelerden tekbir
Dolardı kubbelere âmin.
*
Na’tini Galib yazsın Mevlid’ini Süleymanlar
Kemerleri kubbeleriyle geri gelsin Sinan’lar
*
Konsun yine pervazlara güvercinler
Hû Hû lara karışsın âminler
Mübarek akşamdır
Gelin ey Fatiha’lar Yasin’ler
Sonra Sezai Karakoç’un sonra İsmet Özel’in şiiri. Doksanlı yıllarda Türkiye Diyanet Vakfı’nın açtığı Na’t yazma yarışmada birinci olan Nurullah Genç’in Yağmur isimli şiiri de meşhur oldu. Son mısraları şöyle:
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım…
Hilye: Hz. Resulullah’ın dış görünüşünü/beden yapısını tasvir eden eserlerdir. Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadis bu tür kitapların en önemli kaynağıdır. Osmanlı döneminde en büyük temsilcisi Hakânî olup 713 beyitlik eserini 1598 de kaleme almıştır. Büyük Hattat Hafız Osman’ın tezhib ve hatlarıyla güzel sanatların ihtişamı, Hz. Peygamber aşkı bir araya gelmiş dolayısıyla konu görsel bir boyut kazanmıştır. Hakânî’nin ilk üç beyti ile son üç beyti şöyle:
Besmeleyle edelim feth-i kelâm
Fethola tâ bu muamma-yı benâm
Gösterir âyinesi besmelenin
Vech-i pâkini o vech-i hasenin
Bilmeyen şevket-i bismillahı
Anlamaz sırrı kelâmullahı
*
Vasfının olmayıcak pâyânı
Özre hâcet mi kalır Hakânî
Bu Ceridemde hata olsa eğer
Kalem-i afv u atalar çekeler
Olmadan binyedi tarihi tamam
Bu risalemde tamam oldu kelâm
Cumhuriyet döneminde yazılan Hilyelerden biri de İlk Meclis’in Bursa mebusu, ilk Şer’iyye ve Evkaf bakanı Mustafa Fehmi Efendi’ye (ö. 1950) aittir: Hilye-i Fahr-i Âlem (İstanbul 1944) Onun da son mısraları şöyle:
Yâ Rab bize emn-i bîgüman ver
Âhir ömrümüzde taze can ver
Var hayli günahımız muhakkak
Affeyleyecek te sensin ancak
Affet bizi tevbemiz kabul et
Dergâhına kâbil-i vusul et
Âvâreleriz siyânet eyle
Biçâreleriz inâyet eyle
Hayreddin Karaman, Hakânî’nin Hilye ’sini 2008 de nazmen Türkçe ’ye aktardığı gibi kendisi de Hilye yazmıştır. İlk mısralar şöyle:
Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim’den ne asil bir soy
Saçları hoş, siyah dalgalı bir koy
Kemalini giydir beni benden soy
Varlığın maşuku cemalin göster
Bu kul varlığından soyunmak ister [2]
Kısas-ı Enbiya: Diğer peygamberlerle birlikte Son Peygamber’i de anlatan ve daha çok nesir olarak kaleme alınan kitaplara verilen isimdir. Türkistanlı Rabguzî’nin 1310 tarihinde Kaşgar Türkçesiyle kaleme aldığı Kısasu’l Enbiyası Türk dilinde ilk örnektir.[3] Osmanlı Medeniyetinin mühim şahsiyetlerinden biri olan Ahmet Cevdet Paşa bu sahanın da yıldız şahsiyetlerinden biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar Kısas-ı Enbiya’nın üslubuna hayrandır. Kısas-ı Enbiya ‘nın tam neşri kızı Fatma Aliye Hanım tarafından 1915 yılında yapılmıştır.[4] 1300 tarihinde basılan 1047 sayfalık kitabın sadece 65 sayfası diğer peygamberlere ayrılmıştır.
Hz. Peygamber’in doğumundan bahseden Mevlid-i Muhammedî bölümünün ilk satırları şöyle: “Fil yılında ve şuhûr-ı rûmiyyeden nisan içinde Rebiyülevvel ayının on ikinci gecesi (pazartesi) sabaha doğru henüz tan yeri ağardığı vakit alem bir başka alem oldu. Yani hatemü’l-enbiya Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem hazretleri doğdu ve gün doğmadan alem nur ile doldu. Abdullah’tan Amine’nin alnına geçmiş olan nûr-ı melâhet onun alnına geçti. Devr-i Âdem’den beri evlattan evlada intikal edegelen nûr-i hâtemiyyet şimdi sahibini buldu ve artık onda karar kıldı. Ferdası pazartesi günü sabahleyin hep putlur yüzü üstüne düşmüş bulundu. Görenler hayrette kaldı.” (s.80-81)
Hz. Peygamber’in vefat sahnelerinden bahsettikten sonra farklı bir edebî üslupla şöyle devam ediyor: “İşte dünyanın hali budur, kişi ne kadar yaşasa encamı fenadır, bakî ancak Huda’dır. Bu konağa her gelip giden çok, amma dönüp gelen yok. Vefasız dünya kimseye kalmaz, dünya varlığı kimseye mal olmaz. İnsan dünyaya gelir genç olur, ihtiyar olur, şöyle olur böyle olur, nihayet ölür. Ölenler sanki dünyaya gelmemiş gibi olur fakat hayır işleyenlerin güzel namı kalır. İyilik edenler ecr u mükâfatın görür, kötülük edenler dahi cezasın bulur. Bunlara bakıp ibret almalı, gaflet uykusundan uyanıp agâh olmalı” (s.502-503)
Miraciyye: İsminden de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber’in yaşadığı en derin ve derunî hali tasvir etmek için kaleme alınan eserlerdir. Nayî Osman Dede’nin yaklaşık üç asır önce yazıp bestelediği Miraciyye, Miraç Kandilleri’nde dergâhlarda büyük bir coşkuyla okunmuştur. Bursalı Safiye Hanım’ın 1888 tarihinde düzenlediği vakfiye gereği olarak her kandilde Bursa/Mahkeme camiinde okunmaktadır.[5] Yıllar sonra 2021 yılında Miraç Kandili’nde cumhur ilâhîler eşliğinde Ayasofya camiinde tekrar okunmuştur. İlk üç beytiyle son üç beyti şöyledir:
Evvel Allah adını yâd eyleriz
Dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz
Zikr-i Hak’la nutku inşâd eyleriz
Her harab âbadı âbâd eyleriz
Hazret-i Ahmed sıfatın söyleriz
Mustafa’nın mucizâtın söyleriz
*
Ey kemâl ü kudret issi Padişah
Sen kabul eyle düamız yâ İlâh
Fâtihayla bed olundu bu kelâm
Fatihayla hatm olunsun vesselâm
Ahmed u Ashab u cümle müminin
Rahmetullahi aleyhim ecmain
Kaside: Onu anlatan; özelliklerinden, yakın dostlarından ve hayatındaki bazı olaylardan bahseden manzumelere verilen isimdir. Türk edebiyatındaki en meşhur örneği Kerbelalı Fuzûlî’nin dillere destan Su Kasidesi’dir. Adem Ceylan’ın yaptığı şerh........
© İnsaniyet
