menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yitiksöz 30 (Ağustos-Eylül 2025) Hoş Geldi, Safalar Getirdi!

16 0
15.08.2025

Yitiksöz 30 Cahit Zarifoğlu’nun “Filistin sen işine bak kar toprağını / Yoğur gazabını yaradanın.” dizelerini kapak fotoğrafına yerleştirmiş. Yitiksöz, otuzuncu sayısıyla ağustos ayının sıcaklığında Gazzeli kardeşlerimizin acısına eşlik etmeye çalışıyor. Sezai Karakoç da Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiirinde ağustos böceği üzerinden ağustos sıcaklığına, su kıtlığına ve bu böceğin maharetlerine işaret eder:

Ağacın dalında güneşe doğru yaklaşarak
Suyun, bir damla suyun değerini altın ediyor
Çiğ damlası bir zümrüttür diyor
Susadıkça eşsiz sesiyle şarkılar söylüyor
İlahiler okuyor güneşe gönderiyor
(Gün Doğmadan, s. 680)

Sayın Duran Boz, Bir Hikâyenin İçine Doğmak adlı editoryal sunuş yazısında hikâye etmek ve edebiyat ilişkisine değinir. Buyurun yazıdan bir bölüm:

Edebiyat, dilin gücünü hayatla sınar. Dilin hayatla karşılaşmasındaki içeriğin görmezden gelinmesini reddeder. Varlıklar arası hiyerarşinin akışının devamı noktasında kalemin şahitliğini savunur. Temel özün anlatılması meselesine yöneltir dikkatleri.

Yitiksöz, 30. sayısıyla bir kere daha dergiler arasındaki yerini alıyor. Okurla birikimlerini, ürünlerini paylaşan yazar ve şairlerin mektubunu ulaştırıyor okuyucuya. Şiirler, denemeler, öyküler okurunu bekliyor şimdi.

İnsanın azığı umutla nice sayılara. (Bir Hikâyenin İçine Doğmak, Duran Boz, s. 3)

Yitiksöz 30’un şairleri bizleri şiir vadisine davet ediyor. Faruk Uysal, Suavi Kemal Yazgıç, Ekrem Elmas, Mehmet Aycı, Yasin Mortaş, Ayşegül Sözen Dağ, Seher Özkök, Cengizhan Konuş, Ümit Zeynep Kayabaş bu sayının şairleri. Yitiksöz-30 Vadisinden tadımlık dizeler bekliyor sizleri:

pencereden gökyüzünü seyretmek çok hoş / ama mağarada çocuklar hâlâ karanlıkla besleniyor / oysa şair dediğin muştucu Cebrail’in çırağı olmalı / gece demeden gündüz demeden koşmalı / o mağarada hiç olmazsa bir kibrit yakmalı. (Güzelliğin Kör Noktası-Faruk Uysal, s. 4)

Âh, kimi çok şanslı! / Van Gogh renkleri gibi geliyor ve gidiyorlar. / Kimine de bir zaman çizilmiş, acı bir kaderin toprağında / Onlar için bu çiçekler, bu dualar, bu cennet bahsi. (Çiçek ve Ölüm, Ekrem Elmas, s. 9)

tut ki içine bakılmamış topraksın / hırpalanmış denizleri indirdin dizlerine / sahile varamazsın karşı kıyılara bağışlanmamış adın / kanından süt emecek koynunda beklettiğin yılan / incinmeye inan sonra çatlaktan sızan ışığa / kalbin orada yakaran bir çocuk olarak tam karşında duracak (Bakışma Defteri, Cengizhan Konuş, s. 13)

Vazgeçmem aşktan, umuttan / inadımdır / demirin harcındaki sessizlik ve / rol kesen boynumdaki siğil (Nefretin zapt edilemez şıklığı, Ümit Zeynep Kayabaş, s. 16)

Ben kendi eksiğime nokta koymaya gidiyorum / Unutkan yanlışlarımı düzeltmeye / Bir dedikodunun ağzına kürekle vurmaya / Ve bir iftirayı suda boğmaya. (Eksiğime Nokta Koymaya Gidiyorum, Seher Özkök, s. 19)

Aşiyanlar boş kaldığı gün / Tüm yorgunluklar gökyüzünde kaybolur. (Aşiyanlar, Ayşe Bozbayır, s. 33)

bilinç dağı / — her gün — / lirik bir sancıyla / doyuran ırmaklar bırakır / uyuyanlar ovasına

ama / kimse uyanmaz (Lirik Sancı, Yasin Mortaş, s. 104)

Yitiksöz 30’un öykücülerinden tadımlık bölümler. Yunus Develi, Ömer Faruk Aslantürk, Emel Karagedik, Süheyla Karaca Hanönü, Özay Erdem, Yasin Mortaş, Ayşegül Özdoğan, Gülçin Yağmur Akbulut bu sayıya öyküleriyle destek veriyorlar. Buyurun tadımlık öykülere:

Tanımadığı yüzler tanıdığı yüzlere karışıyor. İlaç kutuları, kurumuş otlar, soğan kürü gibi alternatif yöntemler… Bulantıyla öğürdüğü ve ağzını sildiği buruşturulmuş peçeteler şurada burada. İstediği bulantı tam olarak bu değil. İnsan midesinin bulanmasını arzu eder miymiş? Edermiş. Başka bir şey bu! Acı, tatlı karışık. Zahmetsiz bal yenmez misali. Bazen sinirden alnındaki damar kabarıyor ve dışarıdan belli oluyor. Aynada gördüğü bazen bir başkası bazen de kendine benzeyen biri. Kaşlarını iki elinin parmak uçlarıyla ortasından başlayıp yana doğru düzeltiyor, kaşlarının ne kadar düzgün olduğuna bakıyor. (Müphem Bir Bekleyiş, Emel Karagedik, s. 74)

İlk cümlem ne olmalı diye düşündü. Sonra düşünmekten vazgeçip sırt çantasına birkaç parça bir şey koyup ben memlekete gidiyorum, diyerek kapıyı çekip çıktı. Ortam buz kesti. Kapının ardından kızının sesini duyuyordu. Babam yine mi gidiyor anne, diyordu. Onun tek ailesi var o da kök ailesi, diyen karısının sesi kulaklarında asansöre bindi.

Bayramdan dolayı hava yolları ve kara yolları oldukça yoğundu. Zar zor bilet bulabilmişti kendisine. Öyle ki ayakta gitmeye bile razıydı on üç saatlik yolu. Her fırsatta soluğu memleketinde almayı huy edinmişti âdeta. (Ceket, Süheyla Karaca Hanönü, s. 78)

Rüzgâr çıkmıştı. Ekrem yeni bir vicdani sorumluluk hissediyordu. “Bin yıl,” diye mırıldandı kendi kendine. “O poşeti bulmalısın. Yoksa bin yıl boyunca zarar vereceksin toprağa.” Az sonra başkaları da çıkıp geldi ağaçların arasından. Onların da özel kıyafetleri ve dev poşetleri vardı. İçlerinden biri Ekrem’in omuzuna koydu elini. Uzun bir konuşma yaptı çevrecilik üzerine. Sonra konuyu ustalıkla bağladı. “Burası piknik alanının dışında özel bir yer. Birtakım duyarsızlar yiyip içiyorlar ve burayı da kirletiyorlar…” Ekrem bunun üzerine suyun kıyısına çömelip daha derin bir vicdani muhasebeye girdi.

Biraz sonra gökyüzünde uçuşan poşetler gördüler. Çocuk ağacın gövdesine yaslı duran bir çöp poşetini boşaltmıştı. Elinde kırmızı bir poşet vardı ve bayrak gibi sallıyordu sevinçle Ekrem’e doğru. “Buldum,” diye bağırıyordu. Yeşil Güreşçiler uçan poşetlerle çöpleri........

© İnsaniyet